20 yıldan fazla bir zamandan beri mezun olduğum Deniz Harp Okuluna, cami yaptırmaya çalışıyorum. Bu konuda çalmadık kapı, baş vurmadığım askeri ve sivil şahıs kalmadı. Verilen cevapların tamamı oyalama niteliğinde ve geçiştirici bir şekilde oldu.

Çünkü diğer askeri birliklerimizi ele geçirmiş oldukları yetmiyormuş gibi Deniz Kuvvetlerinin önemli noktalarını da Sabetaycı Yahudiler ele geçirmiş nerede cami gördülerse yıkmaya çalışmışlardır. Bu acı durum askeri okullarda olduğu gibi Deniz Kuvvetlerinin birliklerinde de hala sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Bir zamanlar bahriyede görev yaparken askeri üniforma ile namaz kılınamaz diye Güven Erkaya emir yayınlamıştı. Benim yaşlarımda olanlar bu zatı iyi tanır. Hani Başbakanlıkta bir yemekte “burada rakı yok mu?” diyerek rakı isteyen birisi vardı. İşte Kıbrıs Harekatında batan Kocatepe gemisinin komutanı da olan bu zat öylesine fenalıklar yapmıştır ki hala temizlenememiştir.

Batı Çalışma Grubu adı verilen ve Silahlı Kuvvetlerde cunta yapılanmasının da mimarı olan Erkaya’ya, ölüp gittiği için dünyada hesap sorulamıyor. Lakin bunun bir de mahşerde kurulacak mahkemesi var. O zaman göreceğiz bakalım “el mi yaman bey mi yaman”.

Dine ve Türk milletine düşman bu Sabetaycı amiralleri çok gördük. Bu kişiler terfi alabilmek için ne kadar çok dindar subayı ordudan atarlar ise o kadar başarılı kabul ediliyor hak etmedikleri mevkilere konuyorlardı. Sadece ordudan eşi baş örtülü subayları attıkları yetmiyormuş gibi bir de camilere karşı kıyasıya bir yıkım savaşı açmışlardı. Sanki camilerin minaresi bir yerlerine batıyor gördükçe kahroluyorlardı.

Nitekim Bahriye Mektebi Cami, Heybeliada’nın tek camisiydi. Bu cami, Osmanlı’dan kalma olup sanatsal açıdan değerli bir eser idi. Üzerinde özgün bir hat ile yazılmış beyitler bulunuyordu. Devrin komutanları, M. Kamâl’e şirin görünmek için bu güzelim camiyi yıktılar. Hem ada, hem de Bahriye Mektebi camisiz kaldı.

Hâlbuki adada bulunan Hristiyanların kendi mezheplerine göre kiliseleri ve Yahudilerin havrası vardı. Bir yıldan fazla ada halkı camisiz kaldı nihayet bir hayırsever adaya cami yapmak fırsatını buldu. Lakin hemen yanı başındaki askeri okul öğrencilerinin buraya gitmesi hele hele namaz kılması mümkün değildir. Askerî okula cami de yapılmamıştır. Zira şimdiki komutanlar dahi askeri okul öğrencilerinin namaz kılmasından hoşlanmamaktadır. Bir törende Deniz Harp Okulu Komutanına “Bu camiyi tekrar inşa etmeniz gerekir” diye yüzüne karşı söylemiştim. Bana “Rektör Bey burada isterseniz bu durumu kendisine söyleyin” demişti.

Bende bu durumu Milli Savunma Üniversitesi Rektörü dahil olmak üzere devlet yöneticilerine defalarca söyledim. Yetmedi onlarca yazı da yazdım. Cevap olarak savsaklayıcı ve baştan savma yanıtlar verdiler.  “Deniz Harp Okulu Komutanlığı bünyesinde personel ve öğrencilerin istifade edebileceği nitelikte ibadethane bulunmaktadır” diyerek utanmadan gerçekleri gizleme cüreti gösterdiler. Bunların cami dedikleri yer çoğu zaman kapalı olan ve öğrencileri fişleyip okuldan atmak için kullandıkları küçücük bir odadan ibaretti.

Bu sorumlu kişilere, Annapolis’te bulunan ABD Deniz Harp Okulu’nun gösterişli kilisesini örnek göstererek askeri birliklerde cami yapılmasının önemini defalarca anlatmıştım oysa…

İşin kötüsü ise bu feci durum kimseyi rahatsız etmemektedir. Ne yaparsam yapayım ciddi eleştiriler yaptığım halde hükümeti harekete geçirmekte çaresiz kalmış durumdayım. Sivil toplum örgütlerine dahi cami gibi önemli mekanların inşa edilmesi gerektiğini tam olarak anlatamıyorum. Kimse bu önemi çok büyük meseleyi anlamak istemiyor. Öylesine aldatılmış ve köşeye kıstırılmışız ki böylesine hayırlı bir işte dahi kimse kılını kıpırdatamıyor. Demek ki bunların kafasına devamlı vurmak ve ikaz etmek gerekiyor.

Askeri okulların dışında da askeri garnizonlarda “en azından NATO standartlarına uygun bir şekilde cami yapılmalı” diye yazıp söylediğim zaman maksadı çarpıtıp “eskiden namaz kılmayanlara falakaya yatırıyorlardı” diyerek işin içinden çıkmaya çalışan çakallar var.

Kendilerini zeki zanneden bu ahmaklar, kimseye zorla namaz kıldırmak gibi bir derdimin olmadığını çok iyi biliyorlar. Maksadımın “namaz kılmak isteyenlere din ve vicdan özgürlüğü kapsamında engel olunmaması gerektiğini” anlatmak olduğunu da iyi biliyorlar. Lakin münafıklık böyle bir şey işte. Camiye ve namaza düşman olan bu zavallı insanlar ellerinden geldiği kadar bu hayırlı işe engel olmaya çalışıyorlar.

Evet, askeri okullara cami yapılması devletin önemli görevleri arasındadır. Bunu yaptıktan sonra sorumluluk devletten çıkıp şahsın boynuna biner. Öğrenci, ister namazını kılar ister kılmaz, onun hesabı Allah’a karşıdır. Fakat namaz kılıyor diye bir öğrenciyi fişlemek, kandil gecelerinde taciz etmek, Cuma namazını kılmasına mani olmak ve terfiini engellemek büyük bir suçtur. Ne dinde ne de laik yönetimlerde buna yer yoktur. Bilakis dinine bağlı askerler terfide daima öncelikli olarak sıralamaya alınır, alkol ve uyuşturucu kullananlar en sona bırakılırlar. Bütün dünya ordularında böyledir. 

Bunu bizim baltalara anlatmak zordur. Zira rakı içmekten beyinleri uyuştuğu için körü körüne her şeyini taklit ettikleri Batı dünyasının bu davranışını anlayamazlar. İşlerine gelmeyince kör, sağır ve dilsiz olurlar. Yahu savaş vakti gelince iman gücünden daha tesirli ne vardır ki; askeri düşman üzerine gönderebilsin. Bunu dahi anlamaktan acizdirler… 

Tuzlada yeniden inşa edilen Bahriye Mektebi, Annapolis’teki ABD Naval Akademinin benzeri olduğu halde, niçin o görkemli ibadet yerine benzer bir cami yapılmadı? Bu sorunun cevabı biraz can yakıcıdır. Lakin söylemekten de geri durmayacağım. 

Çünkü Deniz Harp Okulunun camisini M. Kamâl’e şirin görünmek isteyen Sabetaycı Yahudiler yıktırmıştır ve yerine kimse cami yapmaya cesaret edememektedir. İşin çok basit cevabı budur…

Peki, bunu nereden biliyoruz. Bir hatıradan nakledeyim: Cem Özmeral isimli bir zatın babası, Deniz Lisesi’nde ikinci sınıfta okurken 1934 yılında M. Kamâl, Heybeliada’yı ziyarete gelir. Deniz Lisesi’nde kısa bir müddet kalır, ama giderken okul komutanı ve etrafındaki erkâna bir arzusunu iletir.

Arzusu ve isteği şudur: “Laik Cumhuriyette kışlanın ve okulun içinde bir caminin bulunması doğru değildir. Cami en kısa zamanda okulun dışına çıkarılmalıdır. Belki lise binaları, komutanlık binası ve tek minareli cami 1834 den beri burada görevlerini beraberce sürdürmektedir ama onuncu yılını yeni tamamlamış laik Türkiye Cumhuriyeti’nde, Cami ve Devletin yeri ayrıdır”. 

M. Kamal’ın arzusu emir telakki edilir ve birkaç gün içinde cami yıkılır. Lakin garnizon sınırları dışında yeni bir yere cami inşa edilmemiştir. Resmen adada uzun bir müddet cami olmamıştır. Kilise, havra var lakin cami yok. Bir Müslüman ülkede böylesine acı bir durum yaşanmış… 

Şimdi de aynı şeyi Cumhurbaşkanından bekliyorum. Tuzla’da ABD’deki emsaline benzer şekilde inşa edilen Bahriye Mektebine ihtişamlı bir cami yapılmalıdır, vesselam…