İşin kötüsü ise bu feci durum kimseyi rahatsız etmemektedir. Ne yaparsam yapayım ciddi eleştiriler yaptığım halde hükümeti harekete geçirmekte çaresiz kalmış durumdayım. Sivil toplum örgütlerine dahi cami gibi önemli mekanların inşa edilmesi gerektiğini tam olarak anlatamıyorum. Kimse bu önemi çok büyük meseleyi anlamak istemiyor. Öylesine aldatılmış ve köşeye kıstırılmışız ki böylesine hayırlı bir işte dahi kimse kılını kıpırdatamıyor. Demek ki bunların kafasına devamlı vurmak ve ikaz etmek gerekiyor.
Askeri okulların dışında da askeri garnizonlarda “en azından NATO standartlarına uygun bir şekilde cami yapılmalı” diye yazıp söylediğim zaman maksadı çarpıtıp “eskiden namaz kılmayanlara falakaya yatırıyorlardı” diyerek işin içinden çıkmaya çalışan çakallar var.
Kendilerini zeki zanneden bu ahmaklar, kimseye zorla namaz kıldırmak gibi bir derdimin olmadığını çok iyi biliyorlar. Maksadımın “namaz kılmak isteyenlere din ve vicdan özgürlüğü kapsamında engel olunmaması gerektiğini” anlatmak olduğunu da iyi biliyorlar. Lakin münafıklık böyle bir şey işte. Camiye ve namaza düşman olan bu zavallı insanlar ellerinden geldiği kadar bu hayırlı işe engel olmaya çalışıyorlar.
Evet, askeri okullara cami yapılması devletin önemli görevleri arasındadır. Bunu yaptıktan sonra sorumluluk devletten çıkıp şahsın boynuna biner. Öğrenci, ister namazını kılar ister kılmaz, onun hesabı Allah’a karşıdır. Fakat namaz kılıyor diye bir öğrenciyi fişlemek, kandil gecelerinde taciz etmek, Cuma namazını kılmasına mani olmak ve terfiini engellemek büyük bir suçtur. Ne dinde ne de laik yönetimlerde buna yer yoktur. Bilakis dinine bağlı askerler terfide daima öncelikli olarak sıralamaya alınır, alkol ve uyuşturucu kullananlar en sona bırakılırlar. Bütün dünya ordularında böyledir.
Bunu bizim baltalara anlatmak zordur. Zira rakı içmekten beyinleri uyuştuğu için körü körüne her şeyini taklit ettikleri Batı dünyasının bu davranışını anlayamazlar. İşlerine gelmeyince kör, sağır ve dilsiz olurlar. Yahu savaş vakti gelince iman gücünden daha tesirli ne vardır ki; askeri düşman üzerine gönderebilsin. Bunu dahi anlamaktan acizdirler…
Tuzlada yeniden inşa edilen Bahriye Mektebi, Annapolis’teki ABD Naval Akademinin benzeri olduğu halde, niçin o görkemli ibadet yerine benzer bir cami yapılmadı? Bu sorunun cevabı biraz can yakıcıdır. Lakin söylemekten de geri durmayacağım.
Çünkü Deniz Harp Okulunun camisini M. Kamâl’e şirin görünmek isteyen Sabetaycı Yahudiler yıktırmıştır ve yerine kimse cami yapmaya cesaret edememektedir. İşin çok basit cevabı budur…
Peki, bunu nereden biliyoruz. Bir hatıradan nakledeyim: Cem Özmeral isimli bir zatın babası, Deniz Lisesi’nde ikinci sınıfta okurken 1934 yılında M. Kamâl, Heybeliada’yı ziyarete gelir. Deniz Lisesi’nde kısa bir müddet kalır, ama giderken okul komutanı ve etrafındaki erkâna bir arzusunu iletir. Arzusu ve isteği şudur: “Laik Cumhuriyette kışlanın ve okulun içinde bir caminin bulunması doğru değildir. Cami en kısa zamanda okulun dışına çıkarılmalıdır. Belki lise binaları, komutanlık binası ve tek minareli cami 1834 den beri burada görevlerini beraberce sürdürmektedir ama onuncu yılını yeni tamamlamış laik Türkiye Cumhuriyeti’nde, Cami ve Devletin yeri ayrıdır”. M. Kamal’ın arzusu emir telakki edilir ve birkaç gün içinde cami yıkılır. Lakin garnizon sınırları dışında yeni bir yere cami inşa edilmemiştir. Resmen adada uzun bir müddet cami olmamıştır. Kilise, havra var lakin cami yok. Bir Müslüman ülkede böylesine acı bir durum yaşanmış… Şimdi de aynı şeyi Cumhurbaşkanından bekliyorum. Tuzla’da ABD’deki emsaline benzer şekilde inşa edilen Bahriye Mektebine ihtişamlı bir cami yapılmalıdır, vesselam…