Yıllar sonra Çetin Altan bu acı olayı da sütununa taşımaya cesaret etmişti. Ölmeden bunu yaptı ya helal olsun. “Ben Tatar Hasan Paşa’nın torunuyum. Dedem Erzurum’da şapka yüzünden bir kadını, Şalcı, Şöhret Kadın’ı idam etmiştir maalesef. Orada on beş kişi şapkaya karşıyız diye yürüyor. O kadın da idam edilirken -ula uşaklarım, ben zaten hatun kişiyim, neden şapka giyeyim?- diye bağırıyor. Bu üzücü bir şey!”
Düşünebiliyor musunuz? El işçiliğiyle yünden şalçorap ören ve bunları çarşı pazarda satarak iki yetimine de bakan bir kadın. Hükümet konağının önüne geldiğinde camların kırıldığını görmüş, ansızın gelişen arbedeye şahit olmuş. Yetim çocuklarının da tutuklandığını zannetmiş. Dik dik bakan zabitlere sövmüş. Tatar Hasan Paşa’nın bir işaretiyle tutuklanmış. Kadın idam sehpasında feryat ederken kör, sağır ve dilsiz zalim yöneticilere ne demeli?
“Uşaklarım ben bir kadınım da, şapkayla ne alakam olur?” diye bağırsa da bugün bile ahlaksızlığını göstermeye çalışan ikinci sınıf bir Batılı artist kadar gazete sütunlarında kendisine yer bulamaz. Bense bu çirkin insanları doğruluğa davet ediyorum. Ahmaklığıma ve safdilliğime yanayım…
Savcı Eğinli İbrahim Ethem tutuklanan ve idam edilmesi beklenen çok sayıda masumu çeşitli hukuki gerekçelerle kurtardığı söylenir yoksa mesele yirmi bir kişiyle kalmayacaktı. Çetin Altan’ın dedesi Merkez Jandarma Komutanı Tatar Hasan Paşa ise Erzurum’da şapka inkılabının Vali Zühtü’den sonraki başkahramanıdır. 21 can asıldıktan, üç faili meçhul ve yedi kişi Sinop’a sürgün gönderildikten sonra Tatar Hasan Paşa kaybolup gitmiştir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin’de unutulduğu ve öldüğü söylenir.
Toplu mezarlar 13 sene sonra açılarak naaşları sahiplerine iade edilir. Şalcı Bacının kasap oğlu ne yazık ki korkudan anasının naaşını almaya bile gelemez. Nihayetinde toplu mezarlardan çıkarılan idamlıklar aradan 13 yıl geçtikten sonra dini merasimleri yapılarak Tuzcu köyündeki mezarlığa defnedilirler.
İşte Şalcı Bacının ibretli ve ibretli olduğu kadar da düşündürücü öyküsü. Taksim’de yol açmak için birkaç ağacın yeri değiştirildiği için (kesilmedi haa…) günlerce olaylar çıktı. Memleketin altı üstüne geldi. Lâkin bir hiç uğruna öldürülen insanlarımız hakkında doğru dürüst bir söz söylenemiyor. Küçücük adli olaylarda dahi ortalığı velveleye veren kadın dernekleri suskun kalıyor. Bu ne biçim bir ikiyüzlülüktür…
Evet, Devlet nasıl Dersimlilerden özür dilemiş ise Erzurumlulardan ve kadınlardan özür dilemelidir. Böyle bir cinayet ortada dururken çıt çıkmıyor. Bu nasıl iştir?
Şöhret Ana’nın iadeyi itibarlarını sağlamak için bu yazıyı tekrar yazmam gerekiyor zira defalarca yazı yazdığım gazete ve dergilerde yayınlanmasına rağmen küçücük bir girişimde dahi bulunulmadı. Demek ki daha çoook uğraşmak gerekiyor.
Bu arada “kadın hakları” adı altında canımız kızlarımızı en kutsal meslek olan annelikten soğutup yuvalarından çıkarıp aç kapitalist kurtların arasına salan örgüt ve derneklerin de kulağını çınlatmak isterim. Eğer onlarda kadın hakları konusunda samimî iseler Şalcı Ananın itibarını iade için çalışsınlar. Yoksa yalancılıkları ortaya çıkar.
Fransızlar, Jean d’Arc’ı ateşte yaktıktan sonra bir millî kahraman olarak ilân ettiler. Biz ne yaptık? Şalcı Ana gibi zavallı kadınlarımızı bunca yıl geçtiği halde hatırlamak bile istemedik.
Bu konuları ibret almak için çok konuşmalı ve tartışmaya açmak zorundayız. Çünkü hâlâ gerçek kahramanlara hain, zalimlere ise kahraman adını veriyoruz. Böyle bir durumu kabul etmek 21. Yüzyıl insanı için en hafif bir ifade ile ayıptır. Bu ayıba bir son vermek gerekir, vesselam...