Türkiye’de şiddete dayalı terörün ve darbelerin kaynağını anlamak istiyor isek bir dönem gençliğe ezberletilen faşist metinlere bakmak gerekir. Bunlardan bir tanesi de 5 Şubat 1933 tarihinde M. Kamal’ın yaptığı iddia edilen bir nutuktur. Şubat 1933’te Bursa’da Türkçe ezana tepki gösteren bir grup, ezanın yeniden Arapça okunması için valiliğe yürümüş, ancak olaylar büyümeden bastırılmıştır. Bir yurt gezisi sırasında bu olayı haber alan M. Kamal, 5 Şubat 1933’te Bursa’ya gelerek olaylar hakkında bilgi almış ve akşam Çekirge yolundaki bir köşkte “Bursa Nutku” diye bilinen konuşmasını yapmıştır. M. Kamal’ın olay karşısında yeterince duyarlı davranmadığını düşündüğü yetkililere ve gençlere kızgınlıka akşam yemeğinde böyle bir konuşma yaptığı, ilk defa olaydan 14 yıl sonra Rıza Ruşen (Yücer) adlı genç bir gazetecinin yazdığı Atatürk’e Ait Birkaç Fıkra ve Hatıra” kitapta anlatılmıştır. Metin, 20 Haziran 1949’da İzmir’de yapılan Demokrat Parti (DP) İkinci İl Kongresi’nde Celal Bayar tarafından Şeref Balkanlı’ya verilip onun tarafından okunmuş ve bu kongrede okunduktan sonra kamuoyunun ilgisini çekerek daha sonraki yıllarda da sık sık gündeme gelmiştir.
1966 Yılında İzmir’de bir mahkeme bu nutkun bildiri halinde dağıtılmasını yasaklamış fakat Türk Tarih Kurumu yönetim kurulu bu nutkun gerçek olduğuna karar vermiştir. Daha sonra 1975 yılında Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi bu nutkun yargısal bir gerçek olduğuna dair kararını açıklamıştır. Şimdi nerden çıktı bu nutuk demeyin? Zira bir dönem özellikle solcu ve sağcı gençlerin yapmış olduğu şiddet içeren eylemlerini meşru göstermek için kullandığı hatta ezberlediği bu konuşma çok önemlidir. Eğer “hastalığın teşhisi tedavinin yarısıdır” gerçeğinden yola çıkarsak, terörü kaynağında kurutmanın önemli bir aşaması gerçekleştirilmiş olur.
Bu metin solcu gençler arasında sadeleşmiş bir biçimde aşağıdaki şekilde kullanılıyor ve dağıtılıyordu. Türk Genci devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük yâda en büyük kıpırtı ve bir davranış duydu mu,” Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek.” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.
Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir. İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği…” Bu metni yorumlamaya gerek yok her şey gayet açık bir şekilde ifade edilmiş. Anarşi ve terör olaylarının 1960’lı 70’li ve yıllardaki gelişmesinin ve akıl almaz boyutlara yükselmesinin nedenini açıklamıyor mu? Açıkça silah ile karşı koymayı ifade etmektedir. Şimdi bir terörist çıkıp dese “ben Bursa nutkuna dayanarak bu eylemleri yapıyorum” ne cevap vereceğiz? Zira metinde “…en küçük yâda en büyük kıpırtı ve bir davranış duydu mu, bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır demeyecek, elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır”. Ahmet Taner Kışlalı ve Sinan Meydan gibi devrimi kutsallaştıran, devrimcileri ve bir dönem terörist faaliyetlere bulaşmış insanları meşru göstermeye çalışan kişileri biraz daha iyi tanıyalım.
Kışlalı der ki: “Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile zaaf içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine sınırsız bir güven besleyen, böylesine çek veren, gençliği böylesine son çare olarak gören bir devrimci yoktur. Atatürk, hem gelecek hem de gençlik konusunda yanılmamıştır”. Sinan Meydan ise Bursa Nutkunu inkar edenlere şu sözlerle karşılık vererek 1933 Bursa Nutku’nun “içerik” ve üslubuyla Kamal’ın 1923 Nutku’nun ve 1927 Gençliğe Hitabesi’nin içerik ve üslubunun birebir örtüştüğünü iddia etmektedir.
Her üç nutukta da gençlere seslenilmekte, Cumhuriyetin, devrimlerin korunmasının altı çizilmekte ve gençlerin direnişinden söz edilmektedir, demektedir. 23 Nutku ve 27 Hitabesi, 33’teki Bursa Nutku’nun Kamal’a ait olduğunun en güçlü kanıtlarıdır. M. Kamal’ın1923’teki o nutkunu bir de bu gözle okuyun bakalım…