İlk defa Çin’de ortaya çıkan ve fersah fersah dünya yayılan yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) oluşturduğu korku ve panik ve beraberinde getirdiği çaresizlik durumu, insanlığı yeniden teemmüle ve tefekküre sevk etmiştir.
İnsanlar can havliyle işlerini bırakmak zorunda kalmış, neredeyse devasa firmalar çalışamaz hale gelmiştir. Küresel zalimlere diz çöktüren, insanlığa korku salan bu virüs, yeni ama adaletli ve insani bir nizam oluşturmanın fırsatı olarak değerlendirilmelidir.
Virüsün yayılmaya başladığını ilk anlardan itibaren hemen hemen herkesin aklına, “Bu felaket bir dünya nüfusunu seyrekleştirmeyi hedefleyen laboratuvarlarda üretilmiş bir planlı projeli virüs mü, yoksa evrenin ulu mimarı yüce Allah’ın zalimlere attığı bir terbiye tokadı mıdır?” şeklinde sorular geldi.
Elbette ki en güçlü ihtimal zalimin yüzünden gelen bir felaket olduğu ihtimalidir. Yani kasıtlı üretilmiş sentetik bir virüs olsa da sonuçta Allah’ın iradesinin dışında bir kuru yaprak ağaçtan yere düşmez ya.
Beşerin gözü önünde Müslümanlar yok ediliyor. İslam ülkeleri bir bir parçalanıyor. Her yıl sıra birisine geliyor ve aç kurtlar gibi emperyalist güçler etrafını sarıp parçalıyor. Zulüm dünyanın dört bir tarafında arşı alaya çıkmış adeta. Adalet kavramı dahi insanlığın literatüründen kaybolmuş.
Elbette ki bu mazlumların bir yaratanı ve sahibi vardır. Bu günlerde tüm teknoloji, güçlü ordular ve modern gelişmiş tıp, akademik çalışmalar zillet içinde eli kolu bağlı çaresiz kalmıştır.
Emperyalizmin çeşitli versiyonlarınca Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da ve Afganistan’da dökülen kanlar, kirletilen o masum namuslar ve kaçırılan, yok edilen on binlerce çocuk. Allah Teala’nın bu zulmü görmediğini ya da unuttuğunu mu sandınız?
Batı dünyası en rezil olduğu tarihi anı yaşıyor, marketlerde tuvalet kağıtları için dahi kavga ediliyor. İtalya’da doktorlar hastanelerden firar ediyor, Amerika’da halk ayaklanmaya hazırlanıyor, silah mağazalarının önünde uzun kuyruklar oluşuyor, katliam hazırlıkları yapılıyor.
İspanya’da yağma edilmiş bomboş bir market içinde hüngür hüngür ağlayan bir kadın şöyle diyordu; “Aman Tanrım bu günleri de mi görecektik, şu halimize bak!” Çok acı vericiydi ama o kadar da düşündürücü. Çünkü daha kısa bir süre önce Suriye’de bir çocuk yaralı bir şekilde, kızıl kanlar içinde şöyle diyordu: “Ey Dünya sizi Allah’a şikâyet ediyorum.” Öyle görünüyor ki işte o acılı mazlum, masum çocuğun şikâyeti kabul oldu ve cezası korkunç oldu.
Evlerinde oturan her kes paranoyaklık derecesine varırcasına, aile efradından ve çevresinden kaçışıyor. Bu durum bize şu ayet-i kerimeyi hatırlatıyor;
“Kişinin kardeşinden annesinden babasından eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan her kesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.” (Abese, 33-37)
Allah (c.c.), adeta kullarına tam bir kıyamet tatbikatı yaptırıyor.
Öte yandan Fransa’da halk ayaklanması çok yakın, çünkü bu günlerde kitlesel halk hücumları doktor kapılarına ve devlet dairelerine yönelmiş durumda.
En nihayetince bu olayı Çin Halk Cumhuriyeti mi yaptı veya dünyanın gizli savaş kodamanları mı yaptı sorularının ötesinde Batı dünyasına bir cehennem hayatını yaşatmış olması dikkat değer. Allah’ın bu küçük askeri dünyanın dev imparatorlarını çaresiz bırakmıştır.
Bir başka ayette şöyle buyuruluyor, “Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. İşte bu insanlık için sadece bir öğüttür.” (Müddesir, 31)
Babil imparatoru Nemrut, beynine giren bir sivrisinek ile kırk gün kafasını sallayarak öldü. Ebabil kuşları, Ebrehe’nin fil ordusuna taş yağdırmış, koca orduyu yerle bir etmiştir. 2005 yılındaki “Katrina kasırgası” bir hafta daha devam etseydi Amerika yok olup giderdi.
Umulur ki bütün bu felaketler, insanlığı akl-ı selime sevk eder, zulme son vermek için mücadeleye tevdi eder.
Gelelim Müslüman dünyasına; Kâbe-i Muazzama kapandı yüzümüze, camiler kilitlendi üzerimize, evlere kapandık. Tek çare iletişim araçlarıyla kardeşlik bağlarını kısmen devam ettirebilmek.
Tüm bu imtihanların sebebi Kur’ân ve sünnet yolunu bıraktığımız içindir, bu bizim için de bir ders ifade ediyor.
Yazımıza Şeyh Muhammed Abduh’un bir hatırasıyla son vermiş olalım, umulur ki ibret alırız;
“Şeyh Abduh, Avrupa’da katıldığı bir toplantıda şöyle bir soru ile karşılaşıyor: Siz Müslümanlar niye geride kaldınız Batı dünyası ise niye ilerledi? Abduh ise şöyle cevap veriyor: Siz dininizi bıraktınız, ilerlemeye başladınız biz de dinimizi bıraktık geride kaldık çünkü sizin dininizde ilim ve ilerleme yasaktı, Orta çağ bunun şahididir. Siz kiliseye karşı ayaklandınız kiliseyi hayat dışına çıkardınız, ilerlemeye başladınız. Bizim Kur’an’ımız ise ilerlemeyi ve ilimi emrediyor. Biz de yolunu terk ettik, geriledik. Kur’an’ımızda ilk nazil olan ayet oku ve yaz ayetidir.”