Kazım Karabekir, 1946-1948 yılları arasında yani İsmet İnönü zamanında Meclis Başkanı olmuştu. Araları gayet iyi idi. İsmet Paşa kendisine “1. Dünya Savaşı’nda Macarlar ve Bulgarlar da bizim gibi yenildikleri halde bağımsızlıklarına Hıristiyan oldukları için dokunulmadığını… Biz kendi kuvvetimizle bağımsızlığımızı kazansak bile Müslüman kaldıkça sömürgeci devletlerin ve bu arada özellikle İngilizlerin daima aleyhimize olacaklarını, bağımsızlığımızın daima tehlike altında kalacağını anlattı.” Demiştir. 
Zaten halifeliğin kaldırılması ile birlikte İslam dünyası başsız düşmüştür. Bugün her ne kadar 2 milyarlık bir nüfusa ulaşmış olsa bile halifelik gibi bir kurum olmayışından dolayı Müslümanlar zillet ve işgal altında; inim inim inlemek durumunda kalmışlardır.
Yıllar önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Lozan hezimettir” sözleriyle başlayan tartışma bugün yine Erdoğan’ın “Milli Mücadele, ülkemizin bağımsızlık belgesi olan Lozan Anlaşması’yla taçlanmıştır” noktasına gelmiştir. Demek ki Lozan’da yürütülen müzakerelerde tongaya düşürüldüğümüzü yeniden açıklamak lüzumu vardır. Aksi takdirde milli yeminimizin ayaklar altına alındığı bu feci anlaşma; halkımıza zafer gibi tanıtılmaya devam edecektir.
Tüm şartları aleyhimizde olan ve Sevr anlaşması öne sürülerek “Ölümü gösterip sıtmaya razı olmaya” benzeyen Lozan hakkında düşünmek gerekiyor. Yunan, Fransız ve Ermeni Savaşlarında başarılı olduğumuz ve zaferle çıktığımız halde nasıl oldu da Lozan’da büyük bir hezimetle karşılaştık? Bu sorunun cevabını verirken anlaşma ile çizilen sınırlarımıza da bakmak gerekiyor.
İşte Misak-ı Milli hudutları dâhilindeki; Batı Trakya, Musul-Kerkük, Kıbrıs, 12 Ada-Rodos, Boğazlar hepsi Lozan’da kaybedilmiştir. Sayılan bu yerlerin dışında başka kayıplarımız da vardır. Halifelikten başka da hezimet ve zillet yaşadığımız noktaları da dile getirmemiz gerekiyor. 
Öncelikle Lozan hezimetine geçmeden önce niçin Hamidiye Kahramanı Rauf Bey değil de İsmet İnönü Türkiye’yi temsilen baş murahhas üye olarak bu konferansa katılmıştır? Bu sorunun cevabını vermek gerekir.
Rauf Orbay, İngilizceyi çok iyi konuşabilen, uluslararası ilişkileri iyi bilen, diplomasi uzmanı olduğu gibi Heyet-i Temsiliye Reisi Ünvanı (Yani Türkiye Başbakanı)  olan yurt dışında da itibarlı bir insandı. Sadece Türkiye’de değil uluslararası kamuoyunda da takdir ediliyor başarıları dillere destan bir gemi komutanı olarak kendisinden söz ediliyordu. Konferansa gitmeye de talipti zira Mondros Mütarekesini imzaladığı için çok üzgün olup bu sayede yapılan haksızlığı önleyeceğini düşünüyor vatanına karşı kendini borçlu hissediyordu.
Fakat İngilizler bunu istemiyordu. Çünkü Rauf bey, kimsenin keyfi emirlerini dinlemiyor doğru bildiğinden asla şaşmıyordu. Buna mukabil İsmet İnönü, emir dinleyen bir askerdi. Lozan’a kalpaklı gidip melon şapka ile dönecek kadar inançları ve dini değerleri zayıftı.
İngilizler, öncelikle Halifeliğin kaldırılmasını istiyorlardı. Zira 1. Dünya Savaşında Hintli Müslümanlar, İngiliz Ordusunda Müslümanlarla savaşmamak için isyan çıkarmışlardı. Ne yapıp edip halifelik kaldırılmalıydı. Zaten Halifeliğin kaldırıldığının hemen ertesinde İngiliz Meclisi Lozan Anlaşmasını onaylamışlardı.
Asıl mesele buydu. Bu nedenle Rauf Bey’i istemediler. Zira bu konuda Rauf, bütün planları boşa çıkartabilirdi. Bu yüzden İsmet gibi silik birisinin seçilmesini istediler. Bundan sonrası ise tam bir tiyatro idi. İngilizler Lozan’da istedikleri her şeyi aldılar. Buna mukabil vermek istemedikleri bütün bölgeleri de muhafaza ettiler. Peki, nasıl oldu bu iş? Madde madde sayalım: