“Nerede o eski ramazanlar” sözünü hemen hemen hepimiz duymuşuzdur. Özellikle Osmanlı Devletinde yaşanan ramazan gelenekleri birçoğumuzun dikkatini çekmiştir. Bu geleneklerin bazıları hala günümüzde devam etmekteyken bazı gelenekler ise unutulmuştur. Bu yazımızda sizler için Ramazan ayının en güzel geleneklerini ve Osmanlıda yaşanan Ramazan günlerini derledik.
Günümüzde Ramazan günlerini, oruç başlangıç ve bitiş saatlerini imsakiyelerden takip ediyoruz. Osmanlı Devletinde ramazanın başlangıcı ise rüyeti hilal ile yani hilalin gözükmesiyle başlamaktaydı. Bu hilali gözlemleme işi İstanbul Kadılığı tarafından yapıldığı gibi farklı yerlerde yine aynı görev için kadılık makamları da bulunmaktaydı. Hilalin gözükmesiyle birlikte hemen camilere mahyalar asılır, kandiller yakılır ve tellaller eşliğinde halka Ramazan ayının geldiği müjdelenmekteydi. Hilalin görülmesini bekleyen sadece kadılık makamı değil, halktan gözlemleyenler de olurdu ve kadılıktan önce hilali gören hemen kadılığa şahitleriyle birlikte başvurur, kadılık makamı bunu tespit ederse, müjdeyi verene hediyeler takdim edilirdi. Bu bir bakıma Osmanlı Devletinin Ramazan ı Şerife verdikleri önemi gösteriyor, habercisine hediyeler veriyor bu da beraberinde Efendimiz Aleyhisselamvesselam’ın hadisini aklımıza getiriyor. “Kim Ramazan ayının geldiğine sevinirse Allah onun cesedini cehenneme haram kılar”
Ramazan ayının gelmesiyle birlikte padişah tarafından tembihnameler yayımlanırdı. Tembihname, Ramazan ayı içerisinde halkın nasıl davranması gerektiğini anlatan bir yazı olduğunu söyleyebiliriz. Tembihname içeriğine baktığımızda ise Müslüman halk için 5 vakit namazın camilerde kılınması tavsiye edilirdi, teravih namazlarında dışarıda görevliler haricinde kimsenin kalmaması tembih edilirdi. Oruç tutmaya müsait olmayanlar hariç, bütün Müslümanların ramazan orucunu tutmaları da tembihleniyordu. Aynı zamanda Müslüman olmayanlar için de tembihnameler vardı, örneğin açık alanlarda yemek yememeleri, su içmemeleri tembihlenirdi. Buradaki amaç halka müdahale etmek değil Osmanlı topraklarında yaşayan müslümanlar ve gayr-ı müslimler için hoşgörü düsturunu hatırlatmaktır.
Ramazan ayında paylaşımın üst düzey olduğunu söyleyebiliriz. İhtiyaç sahiplerinin iftardaki adresleri genellikle zengin konakları idi. Davetsiz misafirler hiçbir zaman yadırganmaz hatta Allah misafiri olarak görülüp sofraya kabul edilirdi. Bu konaklara özel misafirlerde gelmekteydi ve kurulan sofralarda zengin fakir ayrımı yapılmadan aynı sofradan aynı kaptan yemek yenilir muhabbet edilirdi. Günümüzdeki iftar çadırları da Osmanlı geleneğidir. Her akşam ihtiyaç sahipleri için bu çadırlar kurulur ve iftar yapılmaktaydı. Çoğu evin kapısı da ola ki davete veya evine yetişemeyenler için ezan vaktine kısa bir zaman kala açık tutulur misafir beklenirdi. Gelen misafire de geldikleri için diş kirası denilen kese içinde hediye verilirdi. Bu bazen altın veya gümüş dahi olabilirdi. Çok güzel bir gelenek, amacı misafirin getirdiği bereket için hediye sunmaktı.