Bu konuda acı bir hatıramı arz ediyorum. Sonrasında da ABD’ye karşı almamız gereken önlemlere geçeriz.
28 Şubat 1997 Darbesinin ele alındığı bir panelde konuşmacılardan Metin Külünk isimli milletvekiline şu soruyu sormuştum. Dedim ki: “Ordudan dini ve manevi değerlerine bağlı olduğu için emekli edilmiş 10 bin civarında asker var. Bunların içinden hiç olmaz ise ilaç için birkaç tane insanı istihdam edemez misiniz? Hem bunlar inançlarından taviz vermeyen ordunun en onurlu insanlarıdır. Niçin silahlı kuvvetler içinde bu kişilere görev vermiyorsunuz”
Cevabında ise samimiyetten uzak tam bir profesyonel siyasetçi üslubunda cevap verdi. Dedi ki: “ Çünkü bu ordudan atılmış askerler generallik gibi yüksek görevler istiyorlar”.
Böyle bir sözün doğru olamayacağını kendisi de gayet iyi biliyordu. Fakat sıkışınca köşeye sıkışan şark kurnazlığı içindeki siyasetçilere yakışan bir biçimde cevap veriyordu. Bunedenle “bırakın generalliği haksız yere ordudan atıldığı halde tazminat dahi alamadıklarını, bu sözün çirkin bir yalan olduğunu” yüzüne karşı söyledim.
Gerçekten de benim gibi Yüksek Askeri Şura kararı ile emekli edilenlere zaten hakları olan sosyal güvenlik primleri verilmiş; kararname mağduru binlerce asker arkadaşıma bırakın tazminatı zırnık dahi verilmemiştir. Burada vebal büyüktür. Sanırım bunların karşılığı dünyada değil de ruzi mahşerde alınacaktır. Zira hükümet bu büyük ayıp karşısında kılını dahi kıpırdatmamaktadır. Fakat ABD’de eğitim görmüş ve Batı’ya karşı aşırı derecede hayran kendi öz benliğine karşı duyarsız kişilerin önü açıktır. Bunlar sanki 15 Temmuz 2016 darbesi hiç olmamış gibi küstah tavırlarına devam etmektedirler. Allah ıslah eylesin…
Bu acı ve insanı çileden çıkaracak derecede büyük ayıbı bir kenara bırakıp ABD’nin muhasım kabul ettiği ülkelere uyguladığı yaptırımlara dönelim.
ABD Dışişleri Bakanlığından konuyla ilgili açıklama yapan üst düzey bir yetkili, Türkiye’ye yönelik yaptırımların, “ABD’nin ürün ve teknolojileri için ihracat lisansı ve yetkilerinin verilmesinin yasaklandığını” kaydetmişti. Ayrıca herhangi bir uluslararası finansal kuruluşun Türkiye’nin savunma sanayine 10 milyon doları aşan kredi ve borç vermesinin kısıtlandığını ve bazı üst düzey yetkililerinin ABD’ye girişinin de yasaklandığını ifade etmişti.
İşte bu durum Türkiye’nin yıllardır arayıp da bulamadığı eşsiz bir fırsatı ayağımıza kadar getirmiştir. ABD ile köprüleri atmasak dahi bu güne kadar aleyhimizde uygulanan birçok anlaşma maddesini çöpe atma fırsatı doğmuştur.
1970’li yıllarda ABD ambargosu nedeni ile ABD üslerini kapatmış ve sonucunda milli bir savunma sanayi geliştirme fırsatını yakalamıştık. Bugün ürettiğimiz dünyanın en gelişmiş korvet ve fırkateynleri işte bu ambargonun getirdiği savunma endüstrisi kurma çabaları sonucunda elde edilmiştir.
Sonrasında güdümlü mermi ve insansız hava araçlarında açıkça ambargo konulmuş fakat bu küstahça tavır tam tersi bir etkiye sebep olmuştu. Şimdi dünyanın en gelişmiş araçlarını ve mermilerini üretme kabiliyetine sahip olduk. Üstelik bunu satarak büyük gelirler elde edebiliyoruz. Ambargonun nasıl fırsata dönüştüğünü başka bir örnekle izah edeyim. Donanmada görev yaparken Türkiye’nin üretmiş olduğu ve Refakat Filotillasının sancak gemileri olan Berk ve Peyk uzun yıllar donanmada hizmet etmişti. Halbuki bu muhriplere ne kadar olumsuz söz söylenmişti. ABD beslemesi bazı kişiler milli otomobilimiz Devrim’e karşı yürütülen propaganda benzeri sözler ile bu gemiler için alay ediyorlardı. Dizaynından tutun üzerindeki silahlara kadar demedik terbiyesizliği bırakmamışlardı.