Bu minval üzere öğle yemeği bitmiş mesaimize dönmüştük. Lakin komutan bana karşı oldukça kızgındı. Bunu hiç çekinmeden belli ediyor hatta yüzüme karşı söylüyordu. Nitekim ertesi sabah gemi komutanı makamına çağırmıştı. Savaş gemisinde “Silah Elektronik Subayı” olarak çalışıyordum ve bundan başka ek görevim de vardı. “Polis Subayı” adı verilen ve ikinci komutana disiplin işlerinde yardımcı olmak üzere önemli bir görev daha icra ediyordum. Bu çalışmalarımdan dolayı daha sonra yine ek görev olarak “Harp Filosu Disiplin Subayı” olarak da görev yapacaktım. Ayrıca her gün gemi mevcutlarını bölüm amirlerinden alıp ikinci komutana liste halinde verirdim. O da komutana arz ederdi. Savaş gemisi komutanları, idari işlerde subaylar yerine sadece ikinci komutanı muhatap alırdı. Muhtemelen önceki gün yaşanan olaylardan dolayı beni hesaba çekmek istemişti. Beklediğim gibi bir durumla karşılaştım. Komutan, mevcutlarda yanlışlık olduğunu söyledi. Kendisine durumu izah ederek yanlışlık olmadığını arz ettim. Listeye baktı ve bana hak verdi. Fakat odasından çıkmadan önce şu ikazı yapmayı da unutmadı: “Vehbi gözlerim üstünde! En ufak bir hata yaparsan seni derhal hapse gönderirim!” Gemi komutanı odasından “Anlaşıldı komutanım!” diyerek ayrıldım. Gerçekten de komutanımız işi gücü bırakmış benimle uğraşmaya başlamıştı. Ne ilginçtir ki; sonraki komutanlardan da benzeri baskıları görüyordum. Fakat Allah yardım ediyordu. Ne bu komutanın zamanında ne de başka bir zamanda hiç hapse girmedim. Bununla birlikte görevlerimde çok başarılı olduğum hatta defalarca atış birincilikleri aldığım halde sicil notumu asgari düzeyden veriyorlardı. Alkollü içki içmediğim için tam not almam gerekirken özellikle bu hususta en düşük sicil notunu alıyordum. Buna benzer çok baskı ve şahsıma karşı saygısız sayılabilecek olayla karşılaştım. Fakat gençliğin ve inatçılığın verdiği bir duygu ile mücadele ediyordum. Yolum doğru inancım tamdı. Askerlik yetkilerini kötüye kullanan komutanlara karşı “elinizden geleni ardınıza koymayın!” şeklinde tavır gösteriyordum. Sık sık tekrarlanan “bak seni ordudan attırırım!” tehditlerine karşı “ölümüm denizden olsun, neticede geniş bir kabirdir” şeklinde bir tarzım vardı. Nitekim 28 Şubat 1997 sürecinde eşimin başörtüsü nedeni ile “sakıncalı subay” statüsüne alındım ve Yüksek Askeri Şura kararı ile emekli edildim. Bundan sonra ticaret gemilerinde vardiya subayı olarak başlayıp gemi kaptanı olarak yıllarca çalıştım. Denizlerde ilginç ve zorlu sayılabilecek birçok hatıralarım oldu. Bunları “Altı Ayda Altı Kıta” ve “Bahriyede 15 Yıl” gibi kitaplarımda ve Pazar günü yazılarımda okuyucularımla paylaşıyorum. Maksadım denizcilikle ilgili tecrübelerimi genç arkadaşlarıma aktarabilme çabasıdır. Gayret bizden! Tevfik Allah’tandır, vesselam…