Mutluğun bir resmi olmalıydı!
Mutluluk, anlatılmak istenildiğin de
Kelimeler zorlanmamalıydı.
Elbette, her yüreğin bir mutluluk hikâyesi vardır. Ya da olmalıydı!!!
Mutluluk ya da sevinç...
Maddiyat ile gelmemeliydi.
Maddiyat ile gelen, tükenmeye mahkûm...
Bir sürahi su misali olmaz mıydı?
Oysa mutluluk  uçsuz bucaksız “okyanus” değil miydi..?
 Gözlerin bir bakışı...
Dudakların bir gülüşü...
Ellerin, diğer ellere dokunuşu...
Belki de yanağa konan bir buse...
Ya da, uzaklara yollanan bir mesaj...
“Şükürler olsun ki, seni tanımışım ve hayatım da varsın” gibi...
 Bir insanın,
Yüzünde resminizi gördüğünüz de...
Mutluluğun tarihçesini,
İşte o zaman yazar bilirsiniz.
Yıllarca okunacak, bir kitap olur.
Her sayfasında , sizi alıp bulutlara çıkartan.
Gökkuşaklarının altından geçiren.
İmkânsız ne var ise, ruhunuza yaşatan.
O kitabın yazarı siz olmalısınız ki...
Gözyaşlarınızı silen, parmaklar olsun.
 Hayat denilen zaman tüneli, yorgun yılların birikimi...
Değil midir?
Yaşanmışlar ile anıldığında, torunlarınıza mutluluk yaşata biliyorsanız!
İşte siz “Mutlu bir hayat kitabı yazabilmişsiniz” dir.
Aslında,  benim hayat felsefem babasızlığımın acısıyla bütünleşen bir hikayedir.
  Yüzünü hatırınıza bile alamadığınız, babanızı, yüreğiniz de ve aklınız da,
“Bir baba portesi “ ile
Oluşturmak istersiniz ya...
O zaman babanızı,
Tanıyacak olan herkese sorarsınız!
“Benim babam nasıl bir insandı..?”
Diye.
Ve anlatırsınız, evlatlarınıza,
Dedelerinin genç yaşta hakka kavuşmuş olmasına rağmen nasıl yüreklere sevgi ektiğini.
Makam ile değil, maddi zenginlik ile
Hiç değil!
 Eğer, yüreklere yazılmak istiyorsanız,
“Yürekleri öpün...”
Tıpkı Kasımpaşalı “Dede Sultan Demircan “gibi....
Somali... 
Kenya...
Etiyopya..
Ya da... Adı hiç duyulmamış Nijer...
Uzak ülkelerin,
İçinde yaşayan en mahzun yüzlere bir gülümseme bırakmak.
Sizi, belki bir daha hiç göremeyecekler.
Belki sizin isminizi hiç bilemeyecekler.
Sizi övüp anlatmayacaklar.