Bir zamanlar “Ya Ordu savaşa da gitmezse” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. İhsan Dağı, şu soruyu soruyordu “Peki ordu, yarın bir saldırı karşısında savaşmayı da reddeder mi?”
Ordumuzun, Balkan savaşlarında siyasete bulaşması ve askeri darbelerle koca bir cihan devleti olan Osmanlıyı nasıl nasıl perişan ettiği, malumdur. Silahlı kuvvetler yeniden yapılandırılırken bu konuya el atmayı yani askerlerin sivil otoriteye itaat etmesi gerektiğini, eski bir asker olarak hatırlatmak zorundayım. Bunun için “nato kafa nato mermer” olan generallerin kafa yapıları değiştirilmelidir.
Evet, 1. Körfez Savaşında ordumuz Cumhurbaşkanının sözünü dinlemeyerek savaşa gitmemişti. Hem de Başkomutan’ın emrine karşı çıkma pahasına bu itaatsizliği yapabilme cüretini göstermişti. Kimse de bu duruma itiraz etmemiştir, iyi mi?
Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan 1. Körfez Savaşında ABD’nin başını çektiği “Koalisyon güçleri” Türkiye’ye savaşa girmesi için baskı yapmışlardı. Cumhurbaşkanı Özal, İngilizlere peşkeş çekilen Musul ve Kerkük’ü kurtarabilme adına;  bu savaşa girmek istiyordu. O tarihlerde Başbakan da Cumhurbaşkanı Özal’ın sözünden çıkmıyor, TBMM’de çoğunluk tarafından  Cumhurbaşkanı, destekleniyordu.
Fakat başta Genelkurmay Başkanı Torumtay olmak üzere silahlı kuvvetler, savaşa razı değildi. Dünyada az görülen bir olaydı bu durum yani generallerin savaştan kaçması. Ama askeri okullarda sivillere itaat konusunda büyük bir sıkıntı vardı ve kesintisiz darbe sürecindeki ordu, Cumhurbaşkanına itaat etmiyordu.
Faşizmin esiri olmuş generaller; baktılar ki Özal direniyor illa Irak’a gireceğim diyor. Torumtay’ı istifa ettirdiler. Türkiye tarihinde ilk defa bir Genelkurmay başkanı istifa etmişti. Sebebi ise orduyu savaşa sokmamaktı.
Türkiye bu savaşa girmiş olsa; asla  işgalci olarak nitelendirilemezdi. Zira Kuveyt’i işgalcilerden kurtarmak için devreye giriyor, Lozan’da zorla elimizden alınan “Misak-ı Milli” sınırları içindeki bir toprağımızla yeniden buluşuyor olacaktı. Ayağımıza kadar gelen fırsatı, çok kötü bir şekilde harcamış dedelerimizin emanetine ve ettiği yemine yani vatan topraklarını kurtarma imkanına, sahip çıkamamıştık.
Oysa; ABD’nin silah ve petrol çıkarları için yazdığı senaryo; çok güzel yürüyordu. Irak’a Kuveyt’e girmesi için bizzat ABD tarafından güvence verilmiş kendilerinin saldırmayacağı garanti edilmişti. Aynı şekilde savunmasını Batılı güçlere emanet eden Kuveyt’e de güvenceler veriliyor arkalarında oldukları söyleniyordu. “Bir taşla 3 kuş vurma” deyimi her halde buna denir. Zira senaryo tam da ABD çıkarları için mükemmel bir şekilde hazırlanmış Irak lideri de tuzağa düşerek zokayı yutmuştu.
Askerlik terbiyesi almış benim gibi insanların, savaş emredilince kaçması düşünülemez. Belki ucunda yüzde yüz ölüm olsa bile “askerler yıllarca eğitim alır; işte o tek gün için”. Gerekirse hayatını feda eder. Kural çok basit olup uygulanmaması idamı gerektirecek kadar ağır bir suçtur.
Asker gerektiğinde vatanı için ölmesini bilir. Ben dinimden ve şanlı ecdadımdan bunu öğrenmişim. Devlet başkanı ülke menfaatleri için “savaş” diyorsa bundan kaçılamaz.. Bir muvazzaf asker  ve komutan bunu reddediyor ise o zaman askeri mektebe de askerliğe de gitmemelidir. Gitsin kahvede pişpirik oynasın zira kimse zorla subay olacaksın demiyor. Allah’ın rızkı geniş, gitsin başka işler yapsın…
Deveye sormuşlar “neden boynun eğri?” demiş ki; nerem doğru ki… İşte bu olayda çok net görüldüğü gibi “bir ordu savaşa hazır tutulmamıştı”. Halbuki muhtemel savaş senaryolarına göre tatbikat yapmalı, fırsat doğduğu takdirde ülke menfaatleri için çaba göstermeliydi. Fakat, nasıl fırsat doğsa da darbe yapılsa, diye zamanı kollamakla meşgul faşistlerle dolu idik. Tereyağından kıl çeker gibi darbe yapılıyordu.
İstihbarat teşkilatı yurt dışından ziyade içeride çalışıyor darbe yapılırsa kim karşı çıkar? Diye, bunun hesabını yapıyordu. Benim gibi dindar insanlara güvenmediği için “gözünün üstünde kaşın var” diyerek acımasızca eşi başörtülü onbinlerce asker, ordudan atıyordu. Orduda yapılan dindar asker kıyımı çok dehşetli olup kimsenin dikkatini çekmeyen bir husustur. Hala bu konuda yöneticilerimiz gaflet içerisindedir. Allah akıl ve izan nasip etsin.
Peki, bu derdin çaresi var mıdır? Varsa nedir?
Elbette vardır. Vatan sevgisi ve Allah korkusu. Havasını teneffüs ettiği, ekmeğini yiyip özgürce yaşadığı vatanına,  menfaat veya başka bir sebep için ihanet eden bir memurun, vatan sevgisinden söz edilebilir mi?
Dünyanın fani olduğunu ve bir gün gelip mezara atılacağını bilen bir insan, memurluğu “milletin başında boza pişirmek” olarak görmez,  halka hizmet olarak görür. Millete tepeden bakmaz, “ben bu insanlara hizmet etmek için buradayım” der, vatandaşın işini kolaylaştırmaz ise yediği lokmanın haram olacağını bilir.
İşte bu yüksek idealleri kazanmanın yegâne çaresi dini eserler okumak ve özellikle de Bediüzzaman gibi büyük İslam âlimlerinin hayatlarını incelemekle olur. 1. Dünya savaşında harp ilan edilince derhal askere koşup milis alayları ile Rus askerlerine karşı kahramanca savaşan Bediüzzaman’dan bu vatan evlatlarının alacağı çok ders vardır.
FETÖ örgütü işte bu şekilde yönetilen ordu içerisinde palazlanmış semirtilmiş ve büyütülmüştür. Irak’ta PKK kamplarını vurmak yerine dağları taşları bombalayan askerlerden, Suriye’de Rus uçağını düşürerek, ülkemizi zor duruma düşüren komutanlara kadar; türlü türlü rezilliklere şahit olduk. Bunları alt alta dizip yazmaya kalksam bir kitap hacminde eser ortaya çıkar.
Dindar askerleri ordudan tasfiye edenlere karşı yıllardan beri niçin direndiğimi, ordudan atılan asker arkadaşlarımın hiç olmaz ise eğitmen olarak kışlaya yeniden girebilmesine imkan verilmesini niçin istediğimi, belki bu makaleyi okuduktan sonra daha iyi anlayabilirsiniz.  
Bu arada üzülerek söylemeliyim ki Erdoğan önderliğindeki hükümet ordudan haksız yere atılan ve özellikle de eşi başörtülü diye sefil, perişan edilmeye çalışılan askerlere ne yazık ki tazminatlarını dahi ödemeye, yanaşmamaktadır. Madem kışlaya sokmuyorsun bari haklarını öde.
Sizi o koltuklara oturtan halkımız, vaatlerinizi yerine getirmediğiniz takdirde sizleri yeniden o koltuklara oturtur mu? Hadi diyelim ki laf kalabalığı ve cerbeze ile halkımızı kandırdınız peki ruz-i mahşerde Allah’ın huzuruna çıktığınızda ne cevap vereceksiniz?
Yapacak iş çok fakat dinleyecek adam azdır. Ben vazifemi yapıp hatırlatayım, kendileri herşeyi daha iyi biliyorlar, vesselam…