AB Türkiye için bir yılan hikâyesidir. Hem de trajikomik bir hikâye.

Buna tarihin Türkiye’ye bir şakası da diyebiliriz. Yoksa bu kendi kendimize yaptığımız bir şaka mıydı? Bu belli değil, bunu henüz bilemiyoruz.

Hatırlamaya çalışalım.

T. Cumhuriyeti, 31 Temmuz 1959 yılında o zamanki ismi “Avrupa Ekonomik Topluluğu” olan Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu yaptı. Dile kolay tam tamına 58 yıl olmuş.

 

Geçtiğimiz bu 58 yıl zarfında gerek merkezi hükümetler gerekse bir takım sivil toplum örgütleri AB’ye girebilmek için büyük bir istek duymaktaydılar ve bu uğurda büyük bir mücadele veriyorlardı. Onlar tek kurtuluşu AB’ye girmekte görüyorlardı.  

Aslında bu proje Batı Kültürü merkezli bir Avrupa projesidir. Üzerine bina ettikleri değerler, Yunan Felsefesi ve Hristiyanlık inancına dayanıyor.

Ama bizim Batı’ya sevdalanmış bir güruhumuz bunları okuyamıyordu. Bedeli ne olursa olsun girmek istiyorlardı.

Gelelim bu günkü duruma; netice ne oldu. Rahmetli Prf. Necmettin Erbakan’ın deyimiyle; fasa fiso.

Bunun üzerine bir de, gerilim üstüne gerilim, tehditler üstüne tehditler.

Türkiye'nin önünü kesmek için her türlü yolu deneyen Almanya Başbakanı Merkel, bu kez de “AB’den Türkiye için ayrılan fonun kullandırılmamasını” istedi.

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, “Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu sürece Türkiye'nin AB üyesi olamayacağını” öne sürdü.

Şaka gibi. Sanki 58 yıl Recep Tayyip Erdoğan mı vardı da almadınız.

AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik ,“En tepeye Erdoğan düşmanlığını koymuşlar, altına Türkiye düşmanlığını saklıyorlar. Onun altına İslam düşmanlığını saklıyorlar. Onun altında antisemitizm, onun altında nefret, göçmen düşmanlığı, onun altında aslında evrensel değerlere, hukuka, demokrasiye, insan haklarına düşmanlık var” dedi.

Almanya Dışişleri Bakanı'nın açıklamalarına değinen Başbakan Yıldırım, "Halt etmiş, kendi memleketinin işine baksın. Kimse Türkiye'ye ayar veremez" dedi.

Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Genel Başkanı ve Başbakan adayı Martin Schulz,

"Türkiye Cumhurbaşkanı'na belirli bir müddet vermeliyiz. Eğer Sayın Erdoğan Alman tutukluları derhal serbest bırakmazsa, Avrupa Birliği'nin (AB) Gümrük Birliği'nin genişletilmesi için Türkiye ile müzakereleri kesmesi gerekir" dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AB Bakanı Ömer Çelik’in batıyla, özellikle de Avrupa Birliği ile ilgili tespitleri çok doğru.

Avrupa Birliği, Erdoğan üzerinden Türkiye’ye, Türkiye üzerinden İslâm’a saldırıp duruyor. Düşmanlık üstüne düşmanlıklarını her eylem ve söylemlerinde sergileyip duruyorlar. AB yöneticileri psikolojik sorunlar yaşıyorlar. Travma geçiriyorlar. Serseri mayın gibi rastgele saldırıp duruyorlar.

Bu psikolojik bozukluğun ve geçirdikleri travmanın altında yatan sebepler nelerdir.

Bunların cevabını yine Cumhurbaşkanı Erdoğan veriyor, “Her dediklerini yapan bir Türkiye hayali ile yanıp tutuşanlar biz onurlu ve dik bir duruş sergiledikçe adeta kuduruyorlar.”

 

Cuk diye oturdu, kudurdukça kuduruyorlar.

Onlar için en uygun yol ve en uygun politika 58 yıl beklettikleri gibi yine kapıda bekletme politikasıdır. Bekletirken de ezmek, şahsiyetimizi örselemek, kişiliğimizi yok etmeye çalışmaktı. Ama artık özledikleri Türkiye yok. Türkiye değişti, hazmedemiyorlar.

Hükümetin dış politikada yaptığı tespitler doğru. Ama bu tespitlere uygun eylemleri yok.  Yani ses var, görüntü yok. Buna ne diyeceğiz?

O zaman adama sormazlar mı? “Kardeşim bunların gereğini yapsanıza. Önce şu AB Bakanlığı’nı bir kaldırın. Ondan sonra da AB müracaatımızı geri çekin.”