Türkiye, son yıllarda savunma sanayisi ve yüksek teknoloji üretiminde dışa bağımlılığını azaltmak için sessiz bir devrime imza attı. Bu üretim kabiliyetinin gelişim ve dönüşümü sadece teknolojik yatırımları değil; Türkiye’nin ulusal güvenlik algı ve politikalarının dönüşümünü de temsil ediyordu. Bu, rakamlarla anlatılamayacak kadar önemliydi. Çünkü bu dönem ve bu coğrafya, sadece bugünün değil, geleceğin teknolojilerine de yerli ve millî imkânlarla sahip olunmasını zorunlu kılıyordu.

Bu alanda ‘kendine yeter’ duruma gelmek elbette kolay olmadı. Geçmişteki ambargo ve pazarlık deneyimlerinin kolektif hafızamızdaki izlerinden beslendik. Kırıldığımız yerlerden filizlendik. Bu izleri bir ulusal gurur vesikası hâline getirdik. Seneler önce anlatsalar inanamayacağımız bir hikâyeydi belki ancak bugün “Millî Teknoloji Hamlesi”, dönüşüm geçiren Türk dış politikasının yeni ve etkin bir enstrümanı hâline geldi.

Son 20 yılda, yerlilik ve millîlik oranı yüzde 20’lerden 80’lere çıktı. Askerî olarak ayak bastığımız her yerde farkımızı gösterdik, dengeleri değiştirdik. 2023 yılı itibarıyla Türkiye’nin ihracatı 256 milyar dolara ulaşarak tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı. Küresel ticarette Türkiye’nin payı yüzde 1,08 seviyesine yükseldi ve dünya genelindeki ihracat sıralamasında ilk 30 ülke arasında yer aldı. 2002 yılında sadece 62 savunma projesi yürütürken bugün bu sayı bine yaklaştı. Savunma sanayisi bütçemiz, 5,5 milyar dolardan yaklaşık 75 milyar dolarlık proje hacmine ulaştı. ABD’den ithalat yapan üçüncü ülke konumundan 28. ülke konumuna geldik.

Bugün dünyanın en büyük savunma şirketleri listesinde beş firmayla temsil ediliyor; eşi benzeri olmayan teknolojilere imza atıyoruz. Hiç kolay olmadı. Bu millîleşme hamlesini engellemek için yeri geldi, ihtiyacımız olan savunma ürünlerini bize parasıyla dahi vermediler. Yeri geldi, ambargolar koydular. Hatta bazen fiyatlarda büyük oranda indirime giderek savunma sanayimizin yerlileşmesini engellemeye çalıştılar. Fakat Türkiye, son yıllarda yaptığı önemli proje ve çalışmalarla bu engelleri tek tek aştı.

Türkiye'nin son 20 yılda savunma sanayisi alanında yürüttüğü kritik çalışmalar olmasaydı bugün, değil sınırlarımızın dışında, kendi topraklarımızda bile terör örgütleriyle mücadele edemez hâle gelebilirdik. Bu başarı tablosu uzun, zahmetli ve fedakârlıklarla dolu bir gayretin sonucunda gerçekleşti.

Söz konusu başarının arkasında Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş gibi vatanseverlerin yarım kalmış mücadelelerini yeniden ayağa kaldıran Türk mühendisleri vardı. Bu başarının arkasında “Yapamayız, beceremeyiz.” diyen mandacı kafalara inat “En iyisini biz yaparız.” diyen inanmış yürekler vardı. TUSAŞ’ın Kaan’ı bunlardan yalnızca biriydi. Yaş ortalaması 30 olan bin 500 mühendis, dünyada benzerine az rastlanacak donanımda, beşinci nesil bir savaş uçağını gökyüzüyle buluşturmak için gün sayıyordu.

İşte tam da bu yüzden, Türkiye'nin millî savunmasında böylesine önemli yatırımlara imza atan bir kurumun mevcut iklimde hedef alınması ancak uluslararası dinamikleriyle okunduğunda anlam kazanıyor. İşte tam da bu yüzden, genç mühendislerimiz terör eyleminin dahi korkutamadığı cesaret ve kararlılıkla bağırıyor:

“Hainlere inat daha çok çalışacağız, daha çok üreteceğiz.”

Şehitlerimize rahmetle…