Tunus’ta işsiz bir gencin protestosu ile başlayan özgürlük hareketi dalga dalga bütün Orta Doğu ülkelerine yayılıyor. Bu hareket kısa zamanda Mısır, Libya, Suriye ve Yemen’e ulaştı. 
ABD ve Batı dünyası, hürriyet ve özgürlük hareketleri karşısında inanılmaz bir şekilde hileyi terk ederek iç yüzünü gösterdi. Bu güne kadar diktatörlükleri desteklese bile daima hürriyet ülkesi olduklarını ifade eden başta ABD, darbe ile başa geçen iktidarları desteklemeye başladı. İşte Mısır, Diktatör Sisi’ye karşı akıl almaz bir destek veriliyor. Suudi Arabistan, Irak, Yemen, İsrail ve Libya’da özgürlüğü ortadan kaldıran rejimlerin en büyük destekçisi bunlar oldu.
Demek ki bunlar; demokrasi dedikleri ve sadece kendi halklarına layık gördükleri yönetim biçimine asla inanmamışlar. İnanmış gibi görünüp hamasi nutuklar çekerek diktatörlükleri ve baskı yöntemlerini dayatan askeri rejimleri desteklemişler. Tek fark bunu eskiden gizli yaparlardı şimdi ise utanmadan hayasızca yapıyorlar.
ABD, 15 Temmuz 2016 darbesinin lideri Feto’yu korurken darbede görev almış askerlere her türlü desteği veren Almanya ve yandaş AB ülkeleri bu apaçık askeri kalkışmayı desteklemekten hiç utanç duymuyorlar.
Peki hani siz halkın seçtiği yöneticilere saygı duyuyordunuz? Askeri kalkışmaların karşısındaydınız? Özgürlük Heykelini New York’un girişine koyarak hürriyetlere verdiğiniz önemi göstermiyor muydunuz?
Sizi gidi yalancılar, iki yüzlüler, faşist yağmacılar. Biz sizin ne mal olduğunuzu biliyorduk. Merak etmeyin en saf insanımız bile ABD ve Batılı ülkelerin hürriyet konusunda kendilerine karşı çıkan halklara karşı ne derece sert ve acımasız olduklarını biliyor. Cezayir, Endonezya, Türkiye, Mısır, İran, Suudi Arabistan ve Irak gibi büyük İslam ülkelerinde özgürlüğü boğan ve diktatörlere destek çıkan hep bu Batılı devletler olmuştur.   
Benim merak ettiğim husus şudur; bu kadar iki yüzlü davranışları politikaları kendi insanlarına nasıl anlatıyorlar? En azından yalan söyleyen bir insan utanır, sıkılır, yüzü kızarır. Hiç olmaz ise sesi titremeye başlar. Demek ki bu kadar rahat hareket ettiklerine göre bu yalanlara kendileri de inanmıyor. Sadece tiyatro oyuncuları gibi rol kesip, “biz ne kadar özgürlüğe önem veren insanlarız, bak” diye propaganda yapıyorlar.
Anladık bu iki yüzlü siyaset eskiden böyle idi, şimdide aynı senaryo oynanıyor. İyi de ila nihaye bu yalancılık nereye kadar devam edecek?
Geleceğin dünyasını kurgulayan ve bu konuda bilimsel çalışmalar yapan benim gibi insanların kanaati şudur. Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür sada İslamiyetin olacaktır. Zira İslamiyet, doğruluk, iman, inanç ve vicdan özgürlüğü demektir. Kula kulluk yapan gerçek bir Müslüman olamaz. Allah’a her beş vakitte boyun eğen ve önünde secdeye kapanan bir mümin nasıl olurda bu kapitalist canavarlara itaat edip boyun eğer? Bunu yapan samimiyetsiz insanlardır. Zira Müslümana böyle riyakar ve dalkavukça hareket yakışmaz. 
Bediüzzaman, Münazarat isimli eserini 1910’lu yıllarda yazmıştı. 
Anadolunun yayla ve bozkırlarında yerli halka hürriyet ve özgürlüklerin kıymetini anlatıyordu. 1908 Yılında ilan edilen 2. Meşrutiyet’e sahip çıkıp bunun İslamiyet’e aykırı olmadığını dört hak mezhebe göre izah ediyordu.
2011 yılında yani bundan tam 100 yıl sonra bu hakikatler Asya ve Afrika’da yankılanmaya başladı. Hürriyet ve özgürlüğün İslamın bir şiarı olduğu, insanlığın gelişebilmesi için bunun ne derece gerekli olduğunu ağabeyleri Türkiye’den öğrenmeye başladılar. Elbette bu hareketlerin bir iki yılda başarıya ulaşması beklenmemelidir. Fakat harikalar asrında yaşıyoruz. Teknolojinin getirdiği kolaylıklar sayesinde dünyamız küçücük bir köy haline geldi. Bir yerde çıkan felaket dakikalar içinde her yerde yankılanabiliyor. Gerekirse felaketin hemen ardından bir iki saat içinde yardım uçakları imdada yetişebiliyor.
İşte böyle bir dünyada askeri yönetimlere, diktatörlüklere ve krallıklara asla yer yoktur. Hürriyetin olmadığı yerde insanlık gelişip nevşü nema bulamaz. Bunun nasıl olabileceğine dair düşüncelerimi bir sonraki yazımda paylaşmak istiyorum, vesselam…