Son birkaç yıldır haziran başı gündemimiz aynı: Tatile gidebilecek miyiz? Aslında’nın dünkü manşeti de konuyu bam telinden yakalıyor. Ne hikâyeler ne hikâyeler…

Bodrum’da günlüğü 1 milyon TL olan ev var. En ucuz bayram tatili 60 bin TL’yi buluyor. Tesisler, yabancılara Türklerden daha ucuz fiyat veriyor. Buna rağmen Avrupalılar, “Türkiye artık bize bile pahalı geliyor.” diyor! İş öyle bir noktaya varmış ki on bin kilometre uzaktaki Endonezya’ya gidip tatil yapmak Türkiye’den ucuza mal oluyor.

Tamam, enflasyon var anladık da Türkiye’deki fiyatların İtalya’dan, Yunanistan’dan bile pahalı olmasının hiçbir izahı yok. Geçen sene bizzat yerinde inceleyip karşılaştırmış sonra da yazmıştım, “Yunanistan’dan 6 kat pahalıyız” diye… Bu sene kaç kat pahalı olacağız, kestirmek güç.

Fahiş fiyatlar yüzünden Türkiye’de tatil imkânsız hâle gelmiş, insanlar yurt dışına çıkmanın yollarına bakıyor, bizim turizmcilerimiz ise hâlâ “vatan millet” edebiyatı yapıyor. Efendim, Yunan’a para kazandırılır mıymış… Adalara kapıda vize Türk turizmine ihanetmiş… Yapma be? Sanki memleketin tapusunu veriyoruz, alt tarafı tatile gidiyoruz yahu! Üstelik siz “kazıkçı” olduğunuz için onca zahmete katlanmak zorunda kalıyoruz.

TATİL LÜKS DEĞİL İHTİYAÇ

Ne zaman tatil konusu açılsa bir lüksten söz ediyormuşuz gibi tepki verenler, tali bir konu imiş gibi küçümseyenler var. Oysa tatil, orta sınıf yaşamının olmazsa olmazı, bir tür temel ihtiyaç. Tüm yılı bir plaza katında masa başında ve şehir yaşamının stresi altında geçiren insanların en azından bir iki hafta tatil yapması gerekiyor. Aynı durum beden işçileri için de geçerli. Modern çalışma teorileri, “Verimli ve sağlıklı bir toplum için tatili gereklidir.” diyor.

Türkiye son yirmi yılda çok gelişti. Gelişmeye paralel olarak büyük bir “şehirli orta sınıf” oluştu. Sanırım sorunlarımızın temelinde de yeni orta sınıfın ihtiyaçlarını tam okuyamamamız yatıyor. Karşımızda 1980-2000 arasında doğmuş, internet üzerinden tüm dünyayı gören, az çok yabancı dil bilen bir kitle var. Kendilerinden önceki kuşaklara göre çok daha girişken ve talepkârlar, daha fazla bilgiye erişiyorlar ve farklı alternatifleri denemekten çekinmiyorlar.

Turizm sektörümüzün mevcut yapısı bu insanların ihtiyaçlarına yanıt veremiyor. Bunun, denetimsizlikten plansızlığa, açgözlülükten rekabet sorunlarına kadar pek çok sebebi var. Ama sonuç şu: Avrupa vize vermiyor, fırsatı ganimet bilen turizm işletmecileri ise Türkiye’yi bir orta sınıf hapishanesine çevirmek istiyor. İnsanlar da ezilmemek için Yunan adalarından Endonezya’ya kadar her tür fırsatı değerlendiriyor.

Ama öte yandan hepimiz biliyoruz ki tatil potansiyeli açısından Türkiye bir cennet. Sektör birazcık kendine çekidüzen verse kimseler Yunanistan’ın, İtalya’nın hayalini kurmaz ki!

TURİST TERÖRÜ

Efes Antik Kenti’ni ziyaret eden bir grup turist… Yabancı değil %100 yerli malı turist… İki bin yıllık sütunların üzerine çıkıp dans ediyor, poz veriyor, özçekim yapıyor!

Kocaman kocaman insanlar, belli ki antik kentlere, arkeolojiye, tarihe dair zerrece bilinçleri yok. Tek dertleri sosyal medyaya koyacakları iki sevimsiz fotoğraf. “Efes’ten ne anladın?” deseniz boş boş suratınıza bakacak bir paçozluk.

Turist terörü işte böyle bir şey. Tatil mevsimi gelip çatınca, canlı cansız her varlık bu terörden payını alıyor. Bu terör ne doğal yaşam alanı dinliyor ne orman ne antik kent ne müze ne lokanta ne plaj… Akıllı telefonlar ile yaşamımıza giren teşhir kültürü ise bu işi daha da körüklüyor.

AH ŞU ARAPLAR!

İspanya’nın Mallorca adasında İngiliz turistler öyle bir rezalet çıkarmış ki evlere şenlik… Onlarca sarhoş “Brit” güzelim tatil beldesini âdeta sığırların tepişme alanına çevirmiş. Yerel basının geçtiği görüntüler tam bir rezalet. Kadınlı erkekli bir grup önce kendi aralarında kavga ediyor, sonra diğer turistlere saldırıyor, sonra kendilerini uyaran garsonları dövüyor! Olay polisin müdahalesi ile kontrol altına alınabiliyor.

    Bizde sabah akşam Arap turistlere hakaret edenlere bu “medeni” Avrupalıları bir göstermek lazım.