Depremlerin her an yokladığı, bir çok defa ciddi sarstığı; depremlerde kayıplar vermiş, acılar çekmiş bir ülkeyiz. Depremle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Depremde hayatta kalmak için tedbirli olmak, “tedbir” dediklerimizi en baştan en sona hakkıyla yapmak zorundayız.

Hepsini alt alta toplayanlar “Deprem ülkesiyiz!” diyorlar. Öyleyiz. “Anadolu beşiği” diyorlar. Sevimli bir tabir. Beşik bize ‘taze bir hayat’ı anlatıyor olsa da sallanmak, bir başka gerçeği...

1939 Erzincan, 1942 Tokat-Erbaa, 1943 Adapazarı-Hendek, 1943 Samsun-Ladik, 1944 Bolu-Gerede, 1946 Muş-Varto, 1949 Bingöl-Karlıova, 1966 Muş-Varto, 1970 Kütahya-Gediz, 1971 Bingöl, 1975 Diyarbakır-Lice, 1976 Van-Çaldıran, 1983 Erzurum, 1992 Erzincan, 1999 Kocaeli-Gölcük, 1999 Düzce, 2003 Bingöl, 2011 Van, 2020 Elazığ, 2020 İzmir-Seferihisar…

Her birinde kayıplarımız var. Yaralananlarımız, evini ocağını kaybedip hayatını yeniden kuranlarımız olmuş.

 O gece

 Her deprem büyük yıkım ancak sonuncusu bir başkaydı. 6 Şubat 2023... Saat 04.17... 11 ilimizi etkileyen, yüzyılın felaketi. Dünyada; tarihi değiştirmiş, şehirleri haritadan silmiş, kültürleri ve medeniyetleri belirlemiş depremler vardır. Onlardan biriydi. Uzmanların açıkladıklarına göre, Hiroşima’ya atılan atom bombasının 32 katına eş değermiş.

Üstelik peş peşe iki büyük sarsıntıydı. İlkinde hasar alan binalar ikincisinde yıkıldılar. İlkinden kurtulanlar ikincisine yakalandılar.

“Beklediğimiz kış nihayet geldi!” diyerek yağan kara sevindiğimiz günün gecesiydi. Ertesi gün okullar açılacaktı. Öğrencilerin “Yarıyıl tatili, kar sebebiyle bir gün uzar mı?” diye heyecanlandıkları günün gecesiydi.

Karın yağacağı, havanın soğuyacağı, günler öncesinden tahmin ediliyordu. Ancak deprem habersizdi. Deprem hep öyle. Tahminler, değerlendirmeler var ancak tahminde gün, saat işlemiyor. O yüzden hep ani. Bu defa da öyle oldu. Fay kırıldığında, diplerden gelen sarsıntı yüzeye ulaştığında uykudaydık. Uyanamadık. Ya da ölüme uyandık!..

Yer yarıldı, toprak kabardı da tanıyamadık. “Altüst olmak” ne demekmiş, gördük. Büyük bir acı, tarifsiz bir keder yaşadık.

Millet olmanın, birlik olmanın, insan olmanın büyük sorumluluğu daha da büyüdü. Yardım konvoyu oldu, iş makinası oldu, çorap oldu, mont, battaniye, çadır, soba, çorba kazanı oldu.

Çok şey gördük. Yardıma koşmanın, el uzatmanın, varını yoğunu feda etmenin, çalışmanın, didinmenin her türlüsüne şahit olduk.

Hırsızı, arsızı, klavye başındaki hayırsızı, fırsatçıyı da gördük.

İnsanoğlu depremi ortadan kaldıramasa da hep onu dengelemek için çalışmış. Deprem yıkmadığında korkutuyor. Hazırlıklı olmayı hatırlatıyor. Tedbir almaya zorluyor.

Gücümüz tedbirimiz. Bilgilerimizi, tecrübelerimizi üst üste koymalıyız. Yaşadığımız depremlerden çıkardığımız dersleri aklımızda tutmalıyız. Tabiat dersinde öğrendiklerimizi unutmamalıyız. Yerini seçerken, planlarken, inşa ederken, kontrolünü yaparken, bilimin söylediklerine kulak vermeliyiz. 

11 ilde deprem yaşandı. 71 il “Ne yapabilirim?” diyerek uyandı; seferberlik, dayanışma başladı. Dört bir yandan koşturmaca başladı.

Uzmanlar uyarmayı bir an olsun bırakmıyorlar. Deprem öncesi yapılacak hazırlıklar, ihmal edilmeyecekler, deprem anı için aklımızda tutmamız gerekenler...

İnsanoğlu aklıyla karşısına çıkmış depremin. Tek tek akıllar toplanıp ‘devlet aklı’ olmuş.

Burası Anadolu. Alttaki deprem fay hatlarını unutamayız. Her deprem, bir sonrası için erken uyarı. Deprem olmayacakmış gibi yapamayız. Tedbir almayı bırakamayız, savsaklayamayız. Böyle geldik bugüne, böyle gidemeyiz.

Burası Anadolu. Üstte toplumsal fay hatlarımız.

Aklımız, fikrimiz, tecrübelerimiz.