Nasıl mı?
Haince yapılmış bazı planları memleketin üzerine mal etme çalışmaları… Bu konudaki özverili mücadeleleri takdire şayan!
Türkiye’de bir olay yaşanmaya görsün hemen kazanlarını kaynatırlar!
Hakikatten uzak, en ağır eleştiriler, cesetlerin üzerinden psikolojik baskı, kimilerine rant, ayakları yere takılıp düşse sorumlusu belli!
Bombayı patlatmak cesaret ve özveri gerektirir.
Doğru bir kavramı yanlışa yönlendirmek, bütün delilleri yok sayıp suçsuz bir sanığı ipe götürmek kadar özveri ister. Arkada delil bırakmamanız gerek.
Su sattığını sandıklarımızın aslında ateş sattıklarını, bal aldıklarını zannedenlerinse aslında zehir aldıklarını çok geç anlıyorlar.
Çok şeyler bildiğini zannedenlerin aslında en çok yanılanlar olduğunu, insanlığını kaybeden bazı toplumların sürekli çağdaşlık, medeniyet, demokrasi naralarını yükselttiği, bu yüzyılda bunun gibi kişilik kavramları ile karşılaşmak aslında gayet doğal.
Birçoğumuz çok şeyler bildiğimizi iddia ediyoruz. Aslında hiç bir şey bilmiyoruz. Zaten bunları birçoğuna kabullendiremezsiniz.
Haksızlıklara, çirkinliklere, yalanlara iyice bürünmüş bazı kesimlere, gelişim, değişim çağdaşlık güçlü olmak gibi kavramları kabullendiremezsiniz. Her ne kadar yenilikçi olduklarını savunsalar bile bu gibi kavramlardan ürperirler!
Yüce Allah Ayet i kerimelerinde görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman meyve verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir. İbrahim süresi (24-25). Burada güzel ve doğru sözün önemini ve değerini en güvenilir delillerle Kur’an bize kanıtlamakta. Hani atalarımızın ”Yalancının mumu yatsıya kadar sürer” sözü… Günümüzde bazı kesimler bu süreyi uzatmak için büyük bir gayret ve özveri ile çalışıyorlar.
Bu gibi insanlara güvenip inanan insanların en büyük yanlışları ise tıpkı restoranda olduğu gibi. Bu çorbanın bir şeyi eksik ama neyi eksik olduğunu ince detaylarına inip incelemeden kabullenmemiz gibi. İnsanın açlığı insana her şeyi unutturmamalı… Yani insanoğlu en savunmasız anında bile iyiyi, güzeli, çirkini, yanlışı, doğruyu birbirinden ayırt edebilmeli.
İnsanoğlunun çok şey öğrendikçe bilgisizliği ve cahilliği daha çok meydana çıkıyor. Hani yükseklerden insanlara bakan bazı kimseler var ya bazen o aşağıda gördüğü insandan daha küçük bir dünya görüyor. İnsanlık gereği insan kendini başkalarından daha çok önemser, kusurlarla dolu insanlar kendilerini hep kusursuz görürler!
Yaygın bir hastalık türüdür kendini bilememe… Bu hastalıktan kurtulması çok güç!
Çünkü bu tür insanlar kusuru sürekli başkalarında görmeye çalışırlar.
Son yıllara müthiş bir algı operasyonu sürdürülmekte.
Bir yandan çamur at izi kalsın yöntemi ne kadar tutar onu bilemeyiz. Her atılan yeme koşmamak yine insanoğlunun elinde. Çünkü insanoğluna verilen düşünce, akıl, fikir ve bazı şeyleri yorumlama yeteneği bu gibi tuzaklara düşmemeleri konusunda eşsiz ve mükemmel bir insanoğluna verilen nimettir.
Fakat bu büyük nimeti doğru zamanda doğru yerde kullanmak gerekir. Akıl ve irade sahibi olarak diğer tüm canlılardan ayrılan insan aklını insani veya şeytani olarak kullanmak yine insanın elinde.
İnsanın yaşamına farklılıklar kolaylıklar kazandıran ve insanın yaşamına son veren aynı insan değil mi?
Sadece aklını kullanma bakımından biri diğerinden farklı.
Yaratıcı, ”Biz insanı kirli bir çamurdan yarattık” deyip övgüyle bahsederken bir diğer Ayeti Kerimede, ”Biz insanı üstün yarattık”. Burada aslında insanoğlunun üstün bir varlıkken sonradan çamurlaşması bunun kendi elinde olduğu vurgusuna varıldığını düşünüyorum.
İnsanların kişiliklerini şöyle bir gözden geçirirseniz bu pek de uzak bir kavram olmayacağını düşünüyorum.
“İNSAN ÇAMURLAŞMAMALI ”.
Gerçek hamurunda özünde kalmalı.
Ne kendisini kirletmeli ne de dünyayı…
İNSAN SAF SU GİBİ TEMİZ OLMALI…
GÜN IŞIĞI GİBİ AYDINLIK KARANLIKLARI AYDINLATMALI… İNSAN YOLUNU KAYBEDENLERE ÖNCÜ OLMALI… SÖZÜ VE ÖZÜ BİR OLMALI… DÜŞÜNEN VE ÜRETEN VARLIK OLMALI… DÜŞÜNCESİZCE YOK ETMEMELİ… GELECEĞİNİ ŞİMDİ KENDİNİZE BİR SORUN?
NE KADAR İNSANIZ NE KADAR ÇAMUR?