ABD'nin, karbon emisyonunu azaltma taahhüdüne rağmen rekor seviyede petrol üretimi gerçekleştirmesi, çevre bilimcileri ve politika yapıcıları arasında ciddi endişelere yol açıyor. Son verilere göre, ABD'nin petrol üretimi, 2019'daki seviyeyi aşarak günlük ortalama 12,9 milyon varile ulaştı. Ancak bu artış, beraberinde çevreye zarar veren karbondioksit salımlarını da yükseltiyor.
Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Gürkan Kumbaroğlu'nun belirttiği gibi, ABD'nin petrol üretimindeki artış, her gün atmosfere ekstra 56 bin ton karbondioksit salımına neden oluyor. Bu rakam yıllık olarak 20 milyon ton karbondioksit salımı anlamına geliyor. Bu, ABD'nin iklim taahhütlerini ciddi bir şekilde sorgulamamıza neden oluyor.
Çin'i takiben en fazla karbon emisyonuna sahip olan ABD, 2050'de sıfır karbon hedefi koymasına rağmen, petrol üretimindeki bu artışla bu hedefe ulaşması oldukça zor görünüyor. Özellikle, petrol endüstrisinin yanı sıra kimya ve rafineri sektörlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonları, ABD'nin karbon ayak izini ciddi şekilde artırıyor.
Ancak, çözüm yolunun sadece eleştiri değil, aynı zamanda pratik adımlarla da ilerlemesi gerekiyor. Yenilenebilir enerji teknolojileri ve enerji verimliliği, bu açıdan büyük önem taşıyor. Prof. Dr. Kumbaroğlu'nun da vurguladığı gibi, rafinerilerde yenilenebilir enerji teknolojilerinden faydalanarak ve enerji tüketimlerini daha verimli hale getirerek, karbon emisyonlarını azaltmak mümkün.
Ancak bu, sadece ABD'nin değil, tüm dünyanın karşı karşıya olduğu bir sorun. Küresel düzeyde, fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişin hızlanması gerekiyor. Ancak bu geçiş, sadece teknolojik adımlarla değil, aynı zamanda politik irade ve uluslararası iş birliğiyle mümkün olacak. Karbon emisyonlarını azaltma konusunda atılacak adımlar, gezegenimizin geleceği için kritik öneme sahip.
Bu nedenle, 25-28 Haziran'da düzenlenecek olan 45. Uluslararası Enerji Ekonomisi Birliği Konferansı, bu konuların tartışılacağı ve çözüm yollarının aranacağı önemli bir platform olacak. Enerji sektöründe karbon kısıtlarının gerektirdiği dönüşüm sürecine sürdürülebilirlik penceresinden bakarak, küresel iklim değişikliği karşısında etkili çözümler bulma adına bir adım daha atılacak.