Çünkü Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “Mü’min erkekler, mü’min kadınlar birbirinin velileridir (dostları ve yardımcılarıdır), iyiliği emrederler (hakka çağırırlar), kötülükten alıkorlar (bâtıldan sakındırırlar). Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir.”  (Tevbe, 9/71)  Allah’a davet; hakka, doğruya, iyi, faydalı, İslâmî olan işlere davet... Yani Allah’a kulluğa davettir. Âyetlerden de görüldüğü gibi, hakka çağırmanın ve bâtıldan sakındırmanın, yani insanları İslâm’a davet etmenin önemi anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mü’minler olarak Arapça terimiyle “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” yapmalıyız. İyilikleri emretmek (hakka çağırmak) kötülüklerden men etmek (bâtıldan sakındırmak) için çaba göstermeliyiz. 

Davet, tebliğ, Hz. Âdem’le başlamış, öneminden hiçbir şey kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir. Kur’an’da şöyle buyrulur:  “Rabbine davet et.” (Kasas, 28/87)  “Hikmetle, güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır.” (Nahl, 16/125) buyurarak inananlara davet görevi bildirilmiştir. Peygamberlerin ayrılmaz vasıflarından biri de tebliğdir. Onlar, Allah’tan aldıkları emir ve yasakları insanlara ulaştırma ve yeryüzünde O’nun râzı olacağı bir hayatın yaşanması adına azamî gayret sarfetmişlerdir. Çünkü bütün peygamberlerin görevi tebliğdir.

Davet, tebliğ ve ıslah çalışmaları, ilk insan/ilk peygamberden son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar resuller ve nebiler tarafından yapılmıştır. Son peygamber Hz. Muhammedn (s.a.s.)’den sonra bu sorumluluk, onun yolunu takip eden Müslümanların sorumluluğu haline gelmiştir. Abdullah İbni Amr İbni Âs ra ‘dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) şöyle  buyurdu: “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’an’dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız.”3 Peygamber Efendimiz dinin tebliğine büyük önem vermiş ve ümmete de bu konuda birtakım mükellefiyetler yüklemiştir. Bu tebliğin esasını Kur’an ve Sünnet’in teşkil ettiğinde şüphe yoktur. Herkes Kur’an ve Sünnet’i mükemmel şekilde bilemeyebilir; fakat bir tek âyet bile olsa başkalarına bunu ulaştırmak bir vazifeyi yerine getirmek demektir. Kur’an’dan bir tek âyeti bilen kimse, o kadarını da bilmeyene nisbetle ilim sahibi sayılır. O halde bilen, bildiğini başka insanların istifadesine sunmak zorundadır. Peygamber Efendimiz birçok kere konuşmalarını bitirdikten veya bir bilgiyi ashâba aktardıktan sonra: “Bu sözlerimi, burada bulunanlarınız bulunmayanlara ulaştırsın” 4  buyururlardı. Sahâbîler bu emre uyarak, Rasûlullah (s.a.s.)’den işittikleri sözleri, gördükleri davranışları, onun tasviplerini ve her türlü bilgiyi çok iyi muhafaza ederek hem diğer sahâbîlere hem de kendilerinden sonraki nesillere aktardılar.

İnsanlar, tabiatları gereği her zaman irşad ve davete, öğüt ve nasihate muhtaçtırlar. İyiliği anlatmak ve kötülükten sakındırmak İslâm toplumunun inşa sürecinde temel amaç ve vazgeçilmez unsurdur.