Kıbrıs Harekâtı’nın gerçekleştirildiği yıllarda Türkiye’de peş peşe bazı acı olaylar yaşanmıştı. 1971 muhtırasıyla bir darbe gerçekleştirilmiş, 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamıyla Türk halkı sarsılmıştı. Türkiye’nin askerî açıdan son derece zayıf olduğu bir dönemde ve Rum radyolarından “Bekledim de gelmedin” şarkıları çalınarak Türklerle alay edilirken önce 20 Temmuz’da ve sonra 16 Ağustos’ta gerçekleştirilen iki harekâtla Ada’nın yüzde 38’i kontrol altına alınmıştı. Böylece Ada’nın kaderi değişmiş ve Ada’da EOKA’nın cinayetlerine son verilmişti.

Benim anılarımda kalan Hasan Mutlucan’ın davudi sesiyle okuduğu “Yine de şahlanıyor aman” türküsü gerçekten tüm milletimizi tek bir yumruk hâline getirmiş ve şahlandırmıştır. Kıbrıs Barış Harekâtı’na gönüllü katılmak isteyenlerin sayısı her geçen gün artmış, Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürt asıllı vatandaşlarımız Kıbrıs’ta gönüllü savaşmak için uzun kuyruklar oluşturmuştur. Kısacası Türkler, bir kere daha Ada’ya hem denizden hem de karadan eş zamanlı gerçekleştirdiği harekâtla Ada’da yaşanan haksızlığa dur demiştir. Günümüzde Ada, tarihinde hiç olmadığı kadar önemli hâle gelmiştir. Gazze felaketiyle birlikte Doğu Akdeniz’i tamamen kontrol altına almaya çalışan ABD ve İngiltere, İsrail’i vekil güç olarak kullanarak önce Beyrut’u sonra Lazkiye’yi kontrol etmek istemektedirler. 7 Ekim’den hemen sonra Gazze için yollanmış gibi görünen Amerika’nın en büyük uçak gemisi Gerald Ford, Kıbrıs açıklarında bulunan bizim Abdülhamid Han sondaj gemimizin hemen göz mesafesinde demirlemiştir. Sanki o denizler, Amerika’nın babasının malıymış gibi!..

Uçak gemisi deyip geçmeyelim, içinde bulundurduğu uçak sayısının 152’yi bulduğu Ford ve Eisonhower uçak gemileri sadece Gazze için değildir elbette… Hizbullah, İran, Mısır ve Suriye’yi baskılamak ve Türkiye’ye karşı YPG’yi desteklemek amaçlı yollanan uçak gemileri, bu sulardan çekilmeyecektir. İngiltere’nin toprakları olarak nitelendirilen İngiliz üslerinin bulunduğu Kıbrıs’ta Türklerin varlığı, Doğu Akdeniz için yapılan pek çok planları bozmaktadır. Dünyada Türkiye’nin uydusu olan 11 ülkeden birisi olması, giderek savunma teknolojisinde dev adımlar atması ve en önemlisi de Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olma isteğini Kazakistan’da ŞİÖ’nün son toplantısında yinelemesi, Batı dünyası tarafından tehdit olarak algılanmasına yol açmaktadır.

Sözün özü, Çin ve ABD’nin barışı korumak konusunda zayıf kalan iki başat güç olması sistemde parçalı bir yapının oluşmasına yol açmıştır. Bu yapıda Türkiye, NATO kimliğine rağmen Brezilya, Endonezya ve Hindistan ile birlikte salıncak devlet olarak tanımlanmıştır. Diğer bir deyişle, Türkiye’yi bir yere konumlandıramayan Anglo-Sakson ittifak bazen Yunanistan’ı bazen İsrail’i garnizon devlet/vekil güç olarak kullanarak Türkiye’ye söz geçirmek ve kontrol altına almak istemektedir. Bu çabaların çoğu zaman sonuçsuz kalmasını; merhum Bülent Ecevit, merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gibi gerçek liderlere borçluyuzdur. Gelecekte Türkiye’nin lider sorunu yaşaması hâlinde bu problemi en çok Kıbrıs meselesinde yaşamamız ise ne yazık ki son derece olasıdır.