Günlerdir hepimiz, kadınların boy boy dizilip endüstriyel güzellik dayatmalarına göre numaralandırılıp taçlandırıldığı bir yarışmanın konsept olarak hâlâ neden var olduğunu değil, kazanan kadının gerçekten güzel olup olmadığını tartışıyoruz.

Birincilik tacını alan genç bir “doktor”un beden güzelliğinin tescillenmesi ihtiyacını hissetmesinin altındaki patolojik sebepleri değil, yüzünün dayatılan kusursuzluk algısıyla uyuşmayan kusurlarını inceliyoruz.

İnsana ve hatta nesneye karakter katan, onu değerli kılan şey kusurlarıyken, tabiat gereği yaratılmış her şeyde görüntü itibarıyla bir pürüz varken biz pürüzsüz olanı yüceltiyoruz.

Uzun zamandır kadınların güzellik kabulü, aynadaki görüntüsünü beğenmesinden çok toplumun görüntüsüne onay vermesinden geçiyor. Bunda, sosyal medyanın ışıltılı vitrininin de payı var elbette. Yeni düzenin rol model olarak sunduğu, endüstriyel sistem tarafından ekonomik ve kültürel amaçlar doğrultusunda üretilip pazarlanan modeller, kadınları sürekli olarak bir formun içine hapsetmeyi hedefliyor. Mevcut görüntüleri ile ideal olarak dayatılan görüntü arasındaki mesafe büyüdükçe kendisine yabancılaşan, daimi olarak bir şeylerin eksikliğini hisseden, öz saygısını kaybedip huzursuzluk içerisinde savrulup duran gençlerin sayısı da hızla artıyor.

Araştırmalara göre, Türkiye’de her üç kadından biri (%36) ideal güzellik kalıplarına ulaşmak için hayatlarının en az bir yılından; her beş kadından biri (%21) kendi ideal görünümlerine ulaşmak için hayatının beş yılından vazgeçebileceğini söylüyor. Bu ne demek farkında mıyız?

Gençler, dayatılan sentetik ideal biçimlerini kendisine ulaşılması gereken bir hedef olarak görüp bıçak altına yatmayı göze alabiliyor. İdeal güzellik algılarını yakalayanlar ise görece “kusursuz” olan bedenlerini, hayatlarında bir sermaye olarak kullanmayı tercih edebiliyor.

Zorbalıktan, moda dayatmalarından, endüstriyel güzellik standartlarından koruyamadığımız gençler, artık teşhirin de “influence” edilmesiyle bedenlerinin dijital kanallarda bir teşhir ürünü gibi pazarlanmasını “özgürlük” ambalajıyla normalleştiriyor.

“Normal” en tehlikeli şey bazen. Yeterli bir çoğunluk, yüksek etkileşim, dejenere olmuş bir çoğunlukla her şeyi olağanlaştırıp kademe kademe normalleştirebilirsiniz. Evet, teşhirciliği bile. Kısa vadede ilgi getiren ama uzun vadede kadının kendi kendini harcayışını hızlandıran bir istismar düzeninin normalleştirilmesine, sessizliğimizle müsaade ediyoruz her birimiz.

Hiçbir kadının varlığı, bedeninden ibaret değil. Hiçbir kadının bedeni, erkeklerin ya da pazarlama şirketlerinin hâkimiyet alanı değil. Gençlere, “OnlyFans” gibi platformlar üzerinden erkeklerin hazlarına hizmet ederek kolay para kazanmanın “konforlu bir gelecek projeksiyonu” olarak sunulmasına, kadın bedeninin “teşhircilik” üzerinden metalaşmasına karşı; mahremiyetin güzelliğini, karakterin biricikliğini yeniden, ısrarla anlatacağız.

Bu topraklarda, kadınların başörtüsü ile sosyal hayatta var olmasının mücadelesi seneler sürdü. Kadınların, inancının gerektirdiği şekilde toplumsal hayata karışabilmesi “şahsi inanç özgürlüğü” olarak kabul görmedi, on yıllara mâl olan bir toplum meselesi hâline geldi. Kadınların özgürlük arayışını o günlerde politika malzemesi yapanların, o kadınların hakkını, sorunun öznesi olan kadınlardan daha çok savunduklarını iddia ederek mağduriyeti çoğaltanların; bugün, kadın bedeninin “teşhircilik” üzerinden nesneleştirilmesine ses çıkarmayışlarını bir kenara not edeceğiz.

Madde, anlamın kaybolduğu yerde yüceltilir. Kendi bedenine, fiziksel görünüşüne bir başkasının gözünden bakmayan, öz saygısı yüksek, inanç ve değerleriyle barışık nesiller için verilecek bir mücadelemiz var. Toplumun ahlaki deformasyonunu hedef alan bu pespaye istilaya, sonuna kadar sesimizi çıkarmak gibi. Filtreler ve cerrahi operasyonlarla birbiriyle aynılaşan imitasyon güzellik algılarına yatırım yapmak yerine, üzerimizde bir mücevher gibi taşıdığımız ruhumuzu güzelleştirmeye emek vermenin kıymetini anlatmak gibi…