Sinan Ateş cinayetini siyasi fırsata çevirmek isteyen tipler, akla ziyan senaryolar eşliğinde aylardır aynı davulu çaldılar, “Sinan Ateş’i Ülkücüler infaz etti.” demeye getirdiler. Şimdi mahkemeler başlayınca deyim yerinde ise şapa oturdular.
Dava dosyasındaki delillerden, tanık ve sanık ifadelerinden anlaşılıyor ki olaylar hiç de onların iddia ettiği gibi gelişmemiş. Ateş’i öldüren merminin tetikçinin silahından çıkmaması, yanındaki kişilerin silahları kaçırması, çamaşır suyu ile yıkaması vs… Yargıçlığa soyunan bazı tipler, daha çok hayal kırıklığına uğrayacak gibi duruyor.
En çok hayret ettiğim tipler ise Sinan Ateş davasına koşan solcu takımı. Bir anda depreşen Ülkücü aşkları da bir garabet ama beni asıl hayrete düşüren, bu adamların vakti ile soldaki cinayetler karşısında takınmış oldukları tavır.
Her siyasi hareketten suça karışan insanlar çıkabildiğine göre Ülkücüler içinden de çıkabilir, çıkmıştır. Ancak Ülkücülerin tarihinde örgüt içi infaza rastlamazsınız. Sol örgütlerde ise infaz, âdeta bir ata sporudur.
Türkiye’de kendine “devrimci-demokrat” diyen bu örgütlerin büyük bölümü, şiddete dayalı yapılardır. Ellerine silah almaktan, “devrim için” insan öldürmekten çekinmezler. Gerektiğinde kendi yoldaşını öldürmeyi bile meşru görürüler.
Özellikle 1986-2000 yılları arasında binlerce solcu, hapishanelerde kendi yoldaşlarının “devrimci şiddeti” ile tanışmış, onlarcası infaz edilmiştir. En dramatik olanlardan biri 1994’te Bayrampaşa Cezaevi'nde “hain” ilan edilerek öldürülen DHKPC’li Şimel Aydın’dır. Şimel, o tarihte henüz 17 yaşındadır. Onu öldüren yoldaşları, cinayeti kutlamak için cansız bedeninin çevresinde türkü söyleyip halay çekerler.
PKK ise bu işin şampiyonudur. Tahminlere göre 15 binden fazla örgüt üyesi, kendi arkadaşları tarafından infaz edilmiştir. Bir dönem, PKK’nın işkence ve infaz için özel olarak kurduğu Lolan isimli bir kampı bile olmuştur.
Sol örgütlerin sokak ortasında, hücre evlerinde veya silahlı iç çatışmalarda infaz ettiği insanların haddi hesabı yoktur. Sol yapıların içinde şiddete karşı olanlar da vardır ama, bu cinayetlere asla tepki göstermezler, sessizce izlerler. Çünkü “insan öldürmemeyi” ahlaki bir sınır olarak görmezler, günü gelirse belki kendilerinin de ihtiyacı olur diye ses etmezler.
Yıllarca bu örgütlere hizmet etmiş, onların tek bir cinayetini bile kınamamış, gözü yaşlı ailelere bir kez olsun sahip çıkmamış, hâlâ o örgütlerin kafası ile düşünen, onları alkışlayan, hatta gizliden gizliye ortaklıklar kuran tipler, şimdi kalkmış Sinan Ateş davasının peşinde düşmüşler…
İşte insanı hayrete sevk eden asıl büyük çelişki budur.
POGROMDA NEREDEYDİN BABA?
Belediye medyasının anlı şanlı gazetecileri var. Ne ara solcu oldular bilmiyoruz ama solcu pozlarında gezerek kendilerine ekmek çıkarıyorlar. Her defasında bir “büyük dosya” icat edip yalan yanlış demeden üzerinde tepinmeyi iyi beceriyorlar, helal olsun. Hak, hukuk, adalet hepsi bunlardan soruluyor ya hani, hangi taş oynasa altından çıkmaları gerekiyor.
Lakin, ipten kazıktan kopma çeteler, Suriyelilere yönelik pogrom provası yaptığı sıralarda hepsi suspus oldu. Basit bir trafik kazasında bile hümanist tiratlar atan “demokratlar korosu”, ırkçılığın en aşağılık saldırılarından biri karşısında dut yemiş bülbüle döndü. Milyon takipçili hesaplarından, bir kez olsun “Irkçılık insanlık suçudur.” yazmaya bile tenezzül etmediler. Her tür ıvır zıvırda taraf olan riyakârlar, göçmenler linç edilirken bir anda “tarafsız gazeteci” olduklarını hatırladılar. Valilik açıklamaları falan yayınlamakla iktifa ettiler… Ne diyelim, önce insan ol da solcu musun, sağcı mı? Sonra bakarsın.
Kitap tavsiyesi: Aytekin Yılmaz’ın Yoldaşını Öldürmek kitabı, sol içi infazlar hakkında önemli bir kaynak.