Sıcak bir temmuz akşamıydı. Hafta bitmiş, mesai sonu kimi evine henüz varmış kimi “vatanı kurtarmak” vazifesinden habersiz bir cuma gecesi planı yapmıştı. Saat 22.00 sularında “Köprü’de garip bir hareketlilik var!” söylentisi kulaktan kulağa hızla yayılmaya başlamıştı. Rutin bir tatbikat olabileceği söyleniyordu. Olabilirdi. Demokrasi yolunda bu kadar yol katetmiş bir ülkede, göz göre göre darbe girişimi yapılma ihtimalinden çok daha mantıklı bir gerekçeydi. Çok geçmeden hareketlilik arttı. Bir şeyler oluyordu, “Asker yönetime el koydu!” diyerek köprü girişinden geri çevrilen araçların videoları art arda düşmeye başladı sosyal medyaya.
Darbe hikâyeleri ile büyümüş bir neslin ilk imtihanıydı. Ne yapmak gerekir bilmiyorduk ama ne yapmamak gerektiği çok açıktı. Susmayacaktık, durmayacaktık. İrademize ve demokrasimize canımız pahasına sahip çıkacaktık. Öyle de yaptık. TRT’de darbe bildirisi okunmaya başladığı an, binlerce insan sokaklara akmaya başladı. Cumhurbaşkanımızın çağrısı ile binler milyonlar oldu. Olağanüstü bir sinema filmi gibiydi yaşananlar. Silaha karşı bayrak, füzeye karşı sapan taşı, tanka karşı çıplak elleriyle vatanına siper olan bir millet; genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle tüm dünyaya haykırıyordu, “Canımı veririm, vatanımı vermem!” feryadını. Şehit haberleri gelmeye başladıkça korku yerini cesarete, endişe yerini kararlılığa bıraktı. Sabahın ilk saatlerinde güneş, tam bağımsız bir Türkiye’nin üstüne doğdu. Kazanmıştık. Vurulmuş, ölmüş, öldürülmüş, yaralanmış, yorulmuş ama korkmamıştık. Biz kazanmıştık.
27 Mayıs’ta orduyu göreve çağıran, 12 Mart’ta demokrasiyi askıya aldıran, 12 Eylül’de askeri kışlasından çıkartan, 28 Şubat’ta sokaklarda tankları yürüten; iktidara ulaşma metodolojisinde sandıktan ziyade vesayetçi kurumlarla iş birliği yapanlar 15 Temmuz’da da tankların arasından geçerek güvenli evlere saklanmıştı. Ama onlar değil, biz kazanmıştık. Sermaye oligarşisi ve medyatik payandaları uzaktan FETÖ'ye el sallama alışkanlığını bırakmayarak “kontrollü darbe” ve “tiyatro” gibi kavramsallaştırmalarla bu demokrasi destanını itibarsızlaştırma yarışına girmişlerdi. Ama biz kazanmıştık. 15 Temmuz'dan sadece iki yıl sonra yapılan seçimlerde CHP, içinde “FETÖ” sözcüğünün bir kez bile geçmediği 230 sayfalık bir seçim beyannamesi hazırlamıştı. Ama biz kazanmıştık. Çünkü o gece sadece bir bağımsızlık mücadelesini değil, ne yaparlarsa yapsınlar asla yenemeyecekleri bir “arifane teyakkuz” hâli kazanmıştık. NATO müttefiki olan ülkelerin geciken reflekslerini, ABD ve AB ülkelerinin pek çoğunun çok sonra ve oldukça karmaşık sayılabilecek açıklamalarını görüp; FETÖ'nün taşeron olduğu küresel güçlerin hayasız akınlarını sürdüreceklerine dair güçlü bir feraset kazanmıştık. Biz, 15 Temmuz'da mağlup edilemeyenler, birbirimize daha da sarılmanın kıymetine dair bir tecrübe kazanmıştık. Venezuela’dan Bolivya’ya kadar dünyanın her neresinde olursa olsun, en ince hesapları yapsalar, tüm küresel güçlerin desteğini alsalar da milletin direnişini hesaba katmak zorunda kalacaklardı. Çünkü “biz” kazanmıştık.
15 Temmuz gecesi işgalcilere karşı gösterilen direniş, Türkiye’nin yeniden ve başka eller tarafından dizayn edilmesine karşı bir dirençti. Bu topraklarda küresel ayak oyunları ve vesayet kanallarıyla, millet iradesinin statükoya yeniden teslim edilmeyeceğinin ilanıydı. Yeni Türkiye’nin kurucu momenti olmuştu. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Hafızamız diri, duruşumuz sağlam.
Bin yıl da geçse 15 Temmuz'u unutmayacağız.
Şehitlerimize rahmet, gazilerimize minnetle...