Aslında bu haftaki yazımda, Trump’ın seçilmesinin Türkiye-ABD ilişkilerinde neleri değiştireceğini ele alacaktım. Ancak Cumhurbaşkanı’mızın Kırgızistan ziyareti her şeyin önüne geçti. Keşke ABD seçimlerinden daha ziyade bu toplantı, bizim basınımızda öne çıksaydı. Zira başta İngiltere olmak üzere Rusya, ABD ve Çin’in gözü, Türk Devletleri Teşkilatı’nın bu toplantısındaydı. Erdoğan’ın, Bişkek'teki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları Konseyi 11. Zirvesi'nde yaptığı konuşmanın içeriği, ileride Türkiye’nin dış politikasına yön verecek insiyakların önemli ipuçlarını içermektedir. Bu seneki zirvenin teması ekonomik entegrasyon, sürdürülebilir kalkınma, dijital gelecek gibi önemli konular olmuştur.
Ekonomi, kimlik, enerji ve kültür temelinde entegrasyon fikri, Avrupa Birliği tarafından yıllardır vurgulanmakta ve Türkiye de bu birliğe eklemlenmek istemektedir. Cumhuriyet’imizin kuruluşundan beri hatta bildiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri biz, Türkiye olarak Batı’ya eklemlenmek istemişizdir. Ancak bu çabalarda kendimizi sürekli dışlanmış hissederek ve hep bir haksızlığa uğradığımız hissiyle koca bir 61 yılı geride bıraktık. Tabiri caizse AB üyeliği sürecinde, aslanın kuyruğu olmaktan öteye gidemedik. Bişkek’te Erdoğan’ın konuşması, Türkiye’nin Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) içerisinde “aslanın başı” olduğunu açıkça göstermiştir. Burada “baş”tan kastım, TDT’yi oluşturan Türkiye’nin dışındaki yedi ülkeye hükmetmek vb. değildir elbette… Türkiye, kurucu üye olarak TDT ülkesi kardeşleri için bir cazibe merkezidir.
Toplam sekiz devletin oluşturduğu TDT’nin, dış ticaretten enerjiye birçok alanda büyük potansiyele sahip olduğu hepimizin malumu ve Teşkilat, özellikle enerji konusunda dünyanın en zengin rezervlerine sahiptir. Diğer bir deyişle Teşkilat sınırları içerisinde, 38,5 milyar varil petrol ile 26,6 trilyon metreküp doğal gaz rezervi bulunduğu ve fosil yakıt stokuna yenilenebilir enerji kaynakları ve kıymetli madenler de ilave edildiği göz önüne alınırsa ortaya büyük bir enerji zenginliği çıkmaktadır. Bu zenginliğin üzerine KKTC’nin üyeliği de eklenirse ortaya çıkan tablo göz kamaştırıcı olacaktır. Çünkü TDT ülkelerinin Akdeniz’e çıkışı genişleyecek, KKTC’nin uluslararası ilişkilerde tanınırlığı artacaktır.
Şimdi gelelim en kritik noktaya… TDT’nin KKTC’yi içine dâhil etmesini, özellikle de kimlik ve kültürde birlik oluşturmasını, başta İngiltere ve Rusya olmak üzere diğer aktörler nasıl karşılar sorusu çok önemlidir. 2014’te St Andrews Üniversitesi’nde neredeyse tüm hocalar Orta Asya çalışıyordu ve hepsinin bölgenin dillerini öğrenmiş ve bölgede uzun zaman saha araştırmaları yapmış olmaları beni çok şaşırtmıştı. Çünkü 2014’te gündem, DEAŞ ve Suriye iç savaşı ile çalkalanıyordu. O zaman anladım ki Batı, on yıl sonra ortaya çıkacak gelişmeleri önceden hesap ediyor ve ona göre akademik çalışmalar yapıyordu. Hatta on yıl sonrasının yani 2014’te, 2022’de çıkacak Ukrayna Savaşı’nı tahmin ederek bölgeyi en ince ayrıntısına kadar çalışıyorlardı. Kıbrıs’ın, İngiltere ve ABD’nin batmayan gemisi olarak tanımlandığı ve İngiltere’nin Kıbrıs’ta liman inşa ettiği göz önüne alınırsa KKTC’nin, Türk Devletleri Teşkilatı’na üye olması ve tanınması büyük ses getirecek ve Akdeniz’de dengeleri değiştirecektir. Çin ve Rusya açısından bu gelişme, bazı koşullar altında hiç de olumsuz olmayacaktır. Söz gelimi Akdeniz’e ve Orta Doğu’ya iktisadi açıdan inmek isteyen Pekin, neden Kıbrıs’ın, İngiltere ve ABD’nin batmayan gemisi olmasının önüne geçecek olan bu gelişmeyi desteklemesin? veya Rusya, TDT’nin bir şekilde Akdeniz’de varlık göstermesini istemesin?
Putin, TDT’nin askerî boyutta bir birlik olmadığı ve sadece iktisadi, kültürel ve enerji birliği olduğu sürece Rusya tarafından destekleneceğini geçmişte açıkça söylemiştir. Türk dünyası büyük bir atılım içerisindedir ve bu durumun sürdürülebilir olması için bizim de on yıl sonrasının senaryosunu yazmamız ve (ya) öngörmemiz gerekmektedir. Mustafa Kemal Paşa’mı ölüm yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyorum. Huzur içinde yatsın.