Haaretz gazetesinde, Yossi Melman, köşe yazısında “Sinwar’a hâlâ neden suikast düzenlenmedi?” sorusunu sormuş ve şöyle cevaplamış; Sinwar’ın da öldürülmesi eli kulağındadır. Kuşkusuz hem Hamas’ın hem de Hizbullah’ın iki liderinin de peş peşe öldürülmesi, İsrail’e psikolojik bir üstünlük kazandırmıştır. Son gelen haberlere göre, eğer doğruysa Hamaney can derdine düşerek güvenli bir yere yerleşmiştir.

2006 yılında “yenilemez” diye anılan İsrail ordusunu hezimete uğratan ve Şii hilalini oluşturan Hizbullah, Hamas, İran ve Suriye dörtlüsünün 2024 yılında bu duruma düşmesinin nedenleri, buradaki köşeme sığmayacak kadar ayrıntılıdır. Ancak temel bir neden vardır ki o da hem İran hem de Suriye’de zaman içerisinde devlet mekanizmasını zayıf düşürecek şekilde, devlet içinde devlet oluşmasıdır. İran’da, İran Devrim Muhafızları’nın devletin içinde önlenemez yükselişi; Suriye’de, devlet boşluğundan yararlanan özellikle kuzey Suriye’de ortaya çıkan devlet dışı aktörlerin bir ur gibi Suriye’yi ölüm döşeğine getirmesidir. Hizbullah da bir siyasi parti olmasına rağmen Lübnan devletini gölgede bırakarak Lübnan sanki sadece Hizbullah’tan ibaretmiş gibi giderek güçlenmiştir.

Burada açıklamaya çalıştığım nokta, ülkemizde de dışarıdan müdahalelerle devlet içinde devlet yaratılmasına karşı son derece temkinli olmamız gerektiğidir. Elbette, ordumuzun da kıymeti ve korunması son derece büyük bir öneme haizdir. Zira etrafımız zayıflatılmış devletlerle kuşatılmıştır.

İsrail 7 Ekim’den beri dur durak bilmeyen bir şekilde cinayetler işlerken ve aradan neredeyse bir yılı geçmeden bu kadar istihbarat zafiyetiyle Hizbullah ve Hamas’ın liderlerini bir bir yok ederken İsrail’in başarısından söz etmek abesle iştigaldir. Zira bu duruma yol açan faktör İsrail’in başarısından ziyade, Hizbullah, Suriye, Hamas ve İran’ın Arap Baharı patlak verdiğinden beri yaptıkları hatalardır. Burada en büyük hata payı İran’a düşmüştür. İran, her daim böbürlenerek Şiiliği yaymaya çalışmış ve şimdi gelinen noktada gövdesini kurtarmak için Hizbullah gibi uzuvlarını feda etmiştir.

Pezeşkiyan’ın, BM’deki konuşması son derece dikkat çekicidir. İran lideri, İran’ın o eski üst perdeden söylemini terk ederek sanki hiç kendi ülkesine karşı onca suikast, elçiliğine hiç saldırı yapılmamış gibi son derece ılımlı bir konuşma yapmıştır. Pezeşkiyan, son bir zeytin dalı olarak yaptırımların gevşetilmesi karşılığında İran'ın nükleer anlaşmaya geri dönebileceğini söylemiş ve nükleer antlaşmanın Trump tarafından sona erdirildiğine dikkat çekmiştir. Sözlerini, mesajının "dikkatle dinleneceğini" umduğunu söyleyerek bitiren Pezeşkiyan’ın, ABD’de Demokratların seçimi kazanmasını umduğu anlaşılmaktadır.

Ne yazık ki Türkiye açısından durumlar hiç de iç açıcı değildir. Zira Pezeşkiyan’ın son Türkiye demeçleri her ne kadar olumluysa da sahada İran, tam bir Türkiye karşıtı olarak hareket etmektedir. Hem de bunca kaos içinde iki ülkenin iş birliği giderek önem kazanırken, Tahran en çok Türkiye’nin dostluğuna ihtiyaç duyarken hiç olmadığı kadar bizim terörle mücadelemizin altına dinamit koymaktadır. Irak’ta Celal Talabani’nin oğlu Bafel’e destek veren İran, şu sıralar, YPG ve Irak’ta PKK’nın kolu HPG arasında bağlantıyı kurmaya çalışan Bafel ile son derece sıkı fıkıdır. Bafel ile PKK’nın CEO’su olarak adlandırılan Mcgurk’un arasındaki yakınlık ve iş birliği göz önüne alındığında İran’ın PKK’yı destekleyerek ABD ile zımni bir antlaşma ve iş birliği içinde olduğu son derece açıktır. İranlı pek çok yetkililere ve dostlarıma da defalarca ifade ettiğim gibi Tahran, Ankara ile iş birliğinden uzaklaştıkça uçurumun kenarına biraz daha yaklaşmaktadır. Bu durum ne yazık ki bizim de pek hayrımıza olmayacaktır.

Velhasılıkelam, Gazze’de ve Lübnan’da yaşananlar sadece Gazze, Lübnan halkı ve bu coğrafyayla ilgili değildir. Yakınımızdaki ateş hızla harlanarak yayılmakta ve Lübnan, Suriye’den sonra İran’ı da sarmaya çalışmaktadır.