Bu hafta canımızı yakan, göz bebeğimiz TUSAŞ’a yapılan saldırı, Türkiye’nin değerler ağırlıklı dış siyasetini cezalandıran bir hasmı olduğunu göstermiştir. Bildiğiniz gibi TUSAŞ saldırısını PKK üstlenmiş ve bu saldırının uzun süre önce planlandığını açıklamıştır. PKK denince Türk milleti olarak PKK’ya destek veren ABD, İngiltere ve biraz da Fransa’yı anlıyoruz kuşkusuz… Bu üç ülke de 90’lı yıllarda Türkiye’ye insan hakları, demokrasiyi dikte etmemişler miydi? AB’ye girebilmemiz için Kürtlere mezalim yapmamamız gerekmiyor muydu? Peki, o zaman neden tam da Bahçeli’nin Öcalan’ı Meclis’e çağırdığı günün ertesinde TUSAŞ’a saldırı yapıldı? Şunun altını net çizelim; içinde bulunduğumuz uluslararası sistemde ABD, AB ve İngiltere’nin bize bir zamanlar dikte ettiği değerleri açıkça hiçe saydıkları bir dönemden geçiyoruz.

İşte bu dönemde Türkiye, Filistinlilerin, Lübnanlıların öldürülmesi karşısında en çok sesini çıkaran, en çok diplomatik ataklarını gerçekleştiren ve savunma sanayisinde ilerleme kaydeden bir ülke olarak cezalandırılmaktadır. Bu açmazdan tek çıkış yolu olarak Ankara, dış politikasında iş birliği içinde olduğu aktörleri çeşitlendirme yoluna gitmiştir. Türkiye’nin, BRICS’e katılmak üzere Kazan’da çektirilen aile fotoğrafında yer alması bu çerçevede değerlendirilmelidir. Birliğin genişlemesi ve ticarette “dolarsızlaşma” gibi konuların gündeme alındığı BRICS’e Türkiye’nin üye olma ihtimali, kuşkusuz Washington’ı son derece rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık, sadece Türkiye’nin NATO üyesi ve AB’ye tam üyeliğe aday bir ülke olması ile ilgili değildir. Bilindiği gibi, gelişen küresel güney (Global South) ülkelerinin dünya nüfusunun yüzde 45’ini ve dünya enerji kaynaklarının yüzde 35’ini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu kadar güçlü bir Küresel Güney’e Türkiye’nin katılması, Batı açısından son derece vahimdir. Böylece Türkiye, Batı tarafından iyice kontrol edilemez bir ülke hâline dönüşecektir.

Batı’nın hâkimiyetindeki uluslararası sisteme güvenin yitirilmesi, sadece Türkiye’ye has bir durum değildir. Çok değil, iki gün önce Suudi Arabistan ve İran, Kızıldeniz’de bir deniz tatbikatı gerçekleştirmiştir. İki ülkenin birbirinin baş düşmanı iken bir yıl önce Çin’in liderliğinde diplomatik ilişkileri başlatıp ortak tatbikat yapmaları, inanın üç veya dört yıl önce hayal bile edilemezdi. Dolayısıyla Ocak 2024’te Mısır, Suudi Arabistan, İran, Etiyopya ve BAE’nin BRICS’e üye olmalarının tek sebebi ekonomi temelli değildir. 7 Ekim 2023’ten sonra taşlar yerinden oynamıştır. BRICS’in ileriki yıllarda siyasi boyutu da olan bir teşkilata dönüşeceği ihtimali son derece güçlüdür. Pax  Amerikana’nın sonunun geldiği ve Küresel Güney kavramının ivme kazandığı bir süreçten geçmekteyiz. Bu süreçte, 7 Ekim’den sonra işlenen cinayetleri destekleyen “medeni” ülkelerin sözde değerleri ve işgalci İsrail’in saldırganlığı, ister istemez BRICS’i ve Batı ekseni dışındaki farklı oluşumları öne çıkarmaktadır. Artık Amerikan istisnacılığından (American exceptionalism) bahsedemiyorsak ve ABD’nin temsil ettiği değerleri savunmak Türkiye’nin güvenliğine ve kimliğine bir katkı oluşturmuyorsa Ankara’nın ulusal çıkarları doğrultusunda adımlar atmasının ABD tarafından eksen dışı olarak nitelendirilmesi son derece mantıksızdır. Önümüzdeki hafta yapılacak olan ABD seçimlerini, yukarıda açıklamaya çalıştığım uluslararası sistemin değişen parametrelerini göz önünde bulundurarak izlemeliyiz.