1 Ekim’den bu yana beklenen, İsrail’in İran’a saldırısı gerçekleşti. İsrail, İran’daki bazı askerî hedefleri vurdu. Bu saldırı, Orta Doğu’da bir bölgesel savaş riskini – en azından şimdilik – azaltmış görünüyor. Aslında bu hamle, ABD’nin bölgedeki etkisinin bir yansıması ve İsrail’in ABD’nin talepleri doğrultusunda hareket ettiğinin bir göstergesi.

Saldırının ayrıntılarına bakalım. İsrail, saldırıyı dalgalar hâlinde gerçekleştirdi. İsrail’e ait F-35 ve F-15 savaş uçakları, İran’da üç farklı bölgedeki askerî noktaları hedef aldı. İsrail’in açıklamasına göre, İran’a ciddi bir hasar verildi.

Öte yandan, saldırının hemen ardından İran kaynakları, tüm saldırıların hava savunma sistemleri tarafından engellendiğini ve sadece sınırlı bir hasarın oluştuğunu belirtti. Hatta İran’ın yarı-resmî medya organları ve sosyal medya hesaplarında, saldırının boyutu ve kapsamıyla dalga geçildi.

Gerçekte ise durum, iki ülkenin açıklamalarının ortasında bir yerdeydi. İsrail, İran’a hasar vermişti ancak bu hasarın boyutu sınırlıydı. Uydu görüntülerinden anlaşıldığına göre, İran’a ait Rus hava savunma sistemleri, füze rampaları ve bazı füze üretim tesisleri hedef alınmıştı.

Özellikle uydu görüntüleri ve açık kaynak istihbaratları, saldırının asıl zararının S-300 hava savunma sistemlerinin imha edilmesi olduğunu gösteriyordu. S-300, İran’ın envanterindeki en gelişmiş hava savunma sistemidir.

Yani İran’ın iddia ettiği gibi hava savunma sistemleri saldırıyı engelleyememiş; aksine Tahran’ın güneyindeki sistemler imha olmuştu.

Askerî açıdan bakıldığında İsrail’in bu saldırısı, İran ile İsrail arasındaki askerî güç dengesini değiştiren bir hamle değildir. İran’ın mevcut hava savunma sistemleri ve eskiyen hava araçları, İsrail’e karşı yeterince caydırıcı değil.

Rus yapımı hava savunma sistemlerinin beklenenden çok daha düşük performans sergilediği ise Türkiye sayesinde yıllardır biliniyor. Muhtemelen Rusya’nın en gelişmiş S-400 hava savunma sistemi bile F-35’lere karşı etkili olamayacaktır. Ukrayna savaşında imha edilen S-400 sistemleri ve İsrail’in Suriye’deki Hmeymin Üssü’ne yaptığı saldırılar bu duruma işaret ediyor.

İran’ın elinde S-400’ün bile olmadığını düşünürsek İsrail’in, İran’da istediği her yeri vurma kapasitesine sahip olduğunu söyleyebiliriz. İran’ın elindeki caydırıcılık unsurları ise balistik füze kapasitesi ve vekil unsurlarıdır. Hedef alınan füze rampaları ve üretim tesisleri, İran’ın füze kapasitesini çok sınırlı bir ölçekte ve çok kısa bir süreyle etkileyecektir.

Tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurduğumuzda ve ABD’nin, İsrail’in İran’a yapmayı planladığı daha geniş kapsamlı bir saldırıyı basına sızdırarak engellediğini düşünürsek Amerikan yönetiminin istediğini elde ettiğini söyleyebiliriz.

ABD, her ne kadar İsrail’i desteklese de Orta Doğu’da bir bölgesel savaşın çıkmasını istemiyor. Amerikan baskısı, İsrail’in, İran’a verdiği cevabı sınırladı ve İran’a misillemede bulunmaması için bir fırsat sundu.

Orta Doğu’daki tüm insanlar bir nefes alabilir diyeceğim ama Amerikan seçimleri sonrasında, yeni Amerikan başkanının göreve gelmesiyle birlikte neler olabileceğinden endişeliyim.