ABD Başkanı Donald Trump’ın yeniden iktidara gelmesi Türkiye’de, özellikle Suriye ve Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında genel bir memnuniyetle karşılandı.

Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel ilişkisinin güçlü olması, iki ülke arasındaki uzun süredir çözülemeyen meselelerin lider diplomasisiyle aşılabileceğine dair umutları artırıyor.

Bu nedenle Trump yönetimi konusunda ihtiyatlı bir iyimserlik içindeyim ve bu iyimserliğimi hâlâ koruyorum.

Ancak Trump’ın ne yapacağını kestirmek son derece zor. Bugüne kadar yapılan açıklamalar ve ani çıkışlar, doğal olarak birçok insanı kaygılandırıyor.

Özellikle Gazze konusunda yapılan açıklamalar endişe verici. Trump’ın, ABD’nin Gazze’yi devralıp Filistinlileri sözde geçici olarak Mısır ve Ürdün’e sürmeyi öngören fikri, absürt olduğu kadar uygulanabilir bir politika da değil.

Evet, Trump yönetimi bu öneriyi sunduktan sonra geri adım attı ancak insan yine de tedirgin olmaktan kendini alamıyor.

Tam bu tedirginlik anında ise aklıma başka bir ihtimal geliyor. Acaba tüm bunlar bir müzakere stratejisi mi? Trump bilinçli olarak tehditkâr açıklamalar yaparak hem Hamas’ı hem de bölge ülkelerini istediği noktaya mı getirmeye çalışıyor?

Eğer durum buysa söz konusu stratejinin karşılığında nasıl bir politika izlenmesi gerektiği ayrı bir tartışma konusu. Ancak eğer öyle değilse Trump’ın bu tür çıkışlarına verilecek gevşek bir tepki daha kötü sonuçlara yol açabilir.

Tıpkı benim gibi, dünyanın geri kalanı da Trump’ın ani ve fevri çıkışları karşısında kafa karışıklığı yaşıyor. Üstelik bu belirsizlik yalnızca Türkiye gibi bölge ülkeleriyle sınırlı değil; Avrupa devletleri, Kanada ve Meksika gibi Kuzey Amerika ülkeleri de aynı sorunu yaşıyor.

Hatta bence Trump’a en çok destek veren İsrail bile bu belirsizlikten payını alıyor. Bir ay önce iktidara gelmeden İsrail’i ateşkese zorlayan Trump, bugün Gazze’yi devralmaktan bahsediyor.

Trump’ın diğer dış politika adımlarına baktığımızda da aynı öngörülemezlik dikkati çekiyor:

ABD’nin insani yardım ve kalkınma fonu USAID’i durdurdu. Sadece insani yardımlar değil, Amerikan etki ajanları da fonlarını kaybetti. ABD kendi etki alanını daraltmış oldu.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni, Amerikalı ve İsrailli yetkilileri hedef almakla suçlayarak yaptırım kararı aldı.

Grönland ve Kanada’yı ABD’ye dâhil etmeyi, gerekirse ekonomik yaptırımlar ve askerî seçenekleri değerlendirebileceğini söyledi.

Pasifik ile Atlantik okyanusları arasında stratejik bir geçiş noktası olan Panama Kanalı’nı ABD kontrolüne alma fikrini ortaya attı, ardından ABD’ye özel ayrıcalıklar talep etti.

Birçok ülkeye gümrük vergileri koyma tehdidinde bulunmaya devam etti.

İran’a karşı kapsamlı yaptırımlarla baskı kurmayı hedeflerken aynı zamanda İran’a yeni bir nükleer anlaşma teklifi sundu.

Bu örnekler çoğaltılabilir ancak kesin olan bir şey var; Trump öngörülebilir değil.

Trump’ın bu belirsizliği, dünya genelindeki devletleri kendi başlarının çaresine bakmaya zorluyor. Türkiye gibi kendi öz kaynaklarına yatırım yapan ülkeler ise bu süreçte avantajlı olacaktır.