Benzincide otomobil yıkayarak geçimini sağlayan altmışlı yaşlardaki Recep Bey, “Toplumda saygı kalmadı.” deyip devam ediyor… Motosikletli kuryelerin kavgalarından, insanları tacizlerinden şikâyet ediyor.

“Sorun kuryeler mi?” diye soruyorum. “Bir onlar mı beyim, kimsede saygı kalmadı. Zengini, fakiri, büyüğü, küçüğü hepsi aynı şekle geldi, kabalaştı. Yol yordam, insanlık bilmez oldu.” diyor.

“Yeni mi oldu?” diyorum, “Pandemiden sonra böyle oldu, günden güne de kötüye gidiyor.” diye cevap veriyor.

Recep Bey’i uzun zamandır tanırım. Aslen, Çorum Kargılıdır. Otuz yılı aşkın süredir Kadıköy’de, aynı benzin istasyonunda çalışır. Az konuşan, sessiz, sakin, işini yapan, becerikli bir Anadolu çocuğudur. Her gün yüzlerce insanla temas ettiği için toplumun nabzını bizden iyi tutar. Bunun için tespitlerine güvenirim.

Şikâyetlendiği şey, sadece kendisine yönelik kabalık değil. ‘Saygısızlık’ derken insanların birbirlerine karşı davranışlarını, genel hâl ve hareketlerini de kastediyor. Çünkü gülümsemeyen, teşekkür etmeyen, selam vermeyen insanları izliyor. Sıraya riayet etmemeyi, laf dalaşlarını, kavgaları, küçük menfaatler için yapılan hak ihlallerini, güçlünün zayıfa uyguladığı şiddeti görüyor.

Recep Bey’in haklı olduğunu söylemek için çok özel bir bilgiye gerek yok. Şehir hayatı içinde hepimiz, her gün, aynı kabalıklara, aynı şiddete, aynı kural tanımazlıklara şahit oluyoruz. Her şey, gözlerimizin önünde cereyan ediyor.

Bazıları M çiçeğini konuşadursun, tüm dünyada en hızlı yayılan hastalık; şiddet. Türkiye de payına düşeni alıyor.

Trabzon’da bir maganda, trafik tartışması yüzünden, dünya şampiyonu kadın boksörümüz Busenaz Sürmeneli’ye saldırıp tokat atıyor.

Eşini taciz eden kuryenin çalıştığı börekçiyi basan öfkeli koca, tacizciyi tartaklıyor. İşletme sahibi ise polise haber vereceğine, çalışanları ile beraber adamı feci şekilde dövüyor hatta öldürmeye kalkıyor.

Bir sürücü, "Yaya geçidinden yavaş geçti." diye, yaşlı bir yayayı darbediyor. İzmir’de bir adam, sokak ortasında eski eşi ve kızını kurşunluyor. Bir başkası, imam nikâhlı eşini herkesin gözü önünde demir çubukla dövüyor.

Mülteciler, çocuklar ve hayvanlara yönelik şiddet ise âdeta zirveye koşuyor. Başına bir kötülük geldiği belli olan Narin’in haberine, başka yerlerden, kayıp çocuk haberleri karışıyor. Suriyeli bir genç, ırkçılar tarafından sokak ortasında bıçaklanarak öldürülüyor. Cani ruhlu adamlar, sokak köpeklerini dirgen ve baltalarla öldürüyor.

Şu saydıklarım, son üç beş günde gördüğümüz rezaletler. Her gün, bunlara benzer pek çok vaka yaşanıyor. Sosyal medya, en çok, bu tip şiddet olaylarının peşinden koşuyor. Başlarda, şiddeti kötü bir eylem olarak görüp lanetleyen toplum; artık onu izlemekten sapkınca bir zevk almaya başlıyor.

Saygısızlık ve kural ihlali ise artık bir norm hâlini alıyor. Kurallara uyanların sayısı azalırken kurallara uymayan uyanıklar hızla çoğalıyor.

Recep Bey’in “pandemiden beri” tespiti önemli. Pandemiden sonra ne oldu da şiddette böylesi bir patlama yaşandı?

Pandemi ile doğrudan ilgili mi bilmiyorum ama son birkaç yılda, şiddetin kapılarını zorlayan, nefreti körükleyen çok şey gördük…

Pandemideki olağanüstü tedbirler, insanların yaşama sevincini aldı. Daha mutsuz, daha umutsuz bir ruh hâlini hâkim kıldı. Satın alma gücünün hızla düşmesi, birikim ve gelecek umudunu yok etti.

İş yaşamındaki güvensizlik aileye, topluma ve bir arada yaşama yönelik inancı sarstı. Para kazanma ve şöhret arzusu, utanma duygusunu yok etti. Vahşi rekabet, dayanışmayı öldürdü.

Tüm bunların üstüne, canlı yayında izlediğimiz Gazze soykırımı geldi. Gazze’nin insanlık üzerindeki tahrip edici etkisi, şiddeti ve adaletsizliği olağanlaştırması oldu.

Yükselen şiddette, hepsinin payı var. Ama biz, ne zaman bu konu açılsa hâlâ en çok, polisiye tedbir ve cezaları konuşuyoruz. Parmak Ay'ı gösterirken Ay'a değil, parmağa bakmak bu olsa gerek.