İnsan, beden ve ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bedenimizin yemeye, içmeye ihtiyacı olduğu gibi ruhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Ruhun en önemli gıdası sağlam inançtır. Allah’a inanan ve güvenen bir insan manevî gıdasını almış, büyük bir güç kazanmış olur. Çünkü insan, her zaman Allah’ın yardımına muhtaçtır. Muhtaç olduğumuz O yüce Allah’a inanıp bağlamak, O’nun emir ve yasaklarına uymak huzur, güven ve mutluluk kaynağıdır.

Rasûlullah (s.a.v.)’e “Amellerin hangisi efdaldir?” diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.): şöyle buyurdu: “Allah ve Rasûlü’ne iman etmektir.” (Müslim, İman 135) Amellerin en faziletlisinin iman olduğunu Rasûlullah (s.a.v.) bildirmektedir. İman, her Müslümanın öncelikle sahip olması gereken bir özelliktir.

Dolayısıyla Müslümanın en değerli varlığı imanıdır. Çünkü insan, dünyada ve ahrette huzur ve mutluluğa ancak imanla kavuşabilir. İman, fıtratımızda olduğu için, onu sahip olduğu yere yerleştirmeyen insan, önce kendine zulmetmektedir. Huzursuz gönlünü boş şeylerle avutmaya çalışmakta, ama gerçek mutluluğu bir türlü yakalayamamaktadır.

Dinimiz, dünya işleri ile meşgul olurken ahiret hayatını unutmamayı tavsiye etmekte, ebedî olan ahiret hayatını kazanmanın yollarını göstermekte, dünya ve ahiret dengesini iyi bir şekilde kurmamızı önermektedir. Peygamberimizin şu hadis-i şerifleri, bu konuyu çok güzel açıklamaktadır: “Sizin hayırlınız; ne dünyasını ahireti için, ne de ahiretini dünyası için terk edendir. Her ikisi için de çalışandır.” (İsmail Mutlu, Cami’üs-Sağir, Terc. c. 2, s. 373, Hds. 2135)

Dünyanın her türlü süsü, malı-mülkü, zenginliği, makamı geçicidir. Bu cazibeye, zevke ve keyfe zenginliğe, mala-mülke, makama, mevkiye aldanılmamalıdır. Tabii ki dünya işleri için çalışmalı, başarıya ulaşmaya gayret etmeli. Fakat başarıya ulaşıldığında ise Allah’a şükredilmeli; gurur, kibir ve övünmekten kaçınılmalıdır. Çünkü hayatta en önemli başarı, iyi insan, iyi bir Müslüman olmaktır. Yani iman, ibadet ve güzel ahlak sahibi olmak; kendisine, ailesine ve topluma maddi ve manevi faydalı olmaktır.

Dünya, bizi ahirete götüren bir yoldur, bir köprüdür. Bu yolda asıl olan, dünyanın zevki sefasına aldanmadan helâl dairesi içerisinde iktifa edip, haramlara bulaşmadan ahiretimizi kazanmaktır.

Müslüman hem dünya nimetlerinden helâl dairesinde istifade etmeli, olabildiğince dünya imkânlarını elde etmeli, bunun bir kısmıyla ihtiyacı zaruresini karşılamalı, diğer kısmıyla da insanlara faydalı olma çabasında olmalı; hem de Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etme konusunda son derece hassas olmalıdır ki, dünya ve ahiret saadetini elde edebilsin.

Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uymayanların dünya ve ahirette sıkıntılı, üzüntülü bir hayat yaşayacaklarını Allah Teâlâ şöyle bildiriyor: “Kim de Benim zikrimden (Kur’an ve hükümlerimden) yüz çevirirse, (İslâm’a aykırı şeyler yaparsa) artık onun için (dünya ve ahirette) sıkıntılı bir hayat vardır.” (Taha, 20/124

Allah’a kulluk için yaratılan insanlar, bu gerçeği bilmeli ve kulluk görevlerini yerine getirmeli ki, yaratılış gayesine uygun yaşamış olsunlar. Yaşadığımız bu toplumda halkın büyük çoğunluğu Müslüman olduğu halde, aynı halkın İslâm’a aykırı düşünce, inanç ve davranışları her alanda ortaya çıkmaktadır.

Allah Teâlâ’nın emrettiği, Kur’an ve sünnetin gösterdiği dosdoğru yol bırakılıp İslâm’a aykırı bir yol takip edilirse, o yol insanları hüsrâna götürür. Allah Teâlâ’ya kulluk görevini terk eden, helâlı-haramı düşünmeden zevkine, keyfine göre yaşayanlar, içki, kumar, zinâ, rüşvet, hırsızlık, haksızlık ve ahlâksızlık yapanlar, yaptıkları kötülüklerin, günahların cezasını ahirette göreceklerdir. (Zilzâl, 99/8) “Allah ve Rasûlü’ne iman ettim, ben de inanıyorum elhamdulillâh Müslümanım kalbim temiz” demekle kurtulmak mümkün değildir.

Dünya hayatı imtihandan ibarettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece ‘iman ettik (inandık)’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. Yoksa kötülükleri yapanlar Bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (yanlış) hüküm veriyorlar!” (Ankebût, 29/2-4)

Allah Teâlâ’ya kulluk yapmak için yaratılan insan, bu temel görevini yerine getirirse dünyada da ahirette de huzur ve mutluluğa kavuşur. Kim de Allah Teâlâ’ya kulluk görevlerini yapmazsa, İslâmî hayatı terk ederek İslâm’a aykırı bir hayatı tercih ederse, dünyada huzura, ahirette de kurtuluşa eremez. Allah’a kulluk, Allah’ın emrettiğini yapıp yasaklarından sakınmakla, yani İslâmî anlayış ve yaşayışla mümkün olur.