İsveç’ten eski bir dost aradı. Johan ile yıllardır görüşmemiştik. İnternet sağ olsun, fatura derdi olmadan uzun uzun lafladık. Kendisi aslen taşralıdır. 40 yıl önce üniversite okumak için doğduğu küçük kenti bırakıp Stockholm’e gelmiş. O gün bugün büyük şehirde yaşıyor, hatırı sayılır bir şirkette yazılımcı olarak çalışıyor.
Anne babası, geçimlerini fırıncılıktan kazanıyorlardı. Annesinin vefatını hatırlıyorum. Babası kasabadaki pastane/fırın karışımı dükkânı işletmeye devam etti. Altı ay kadar önce babası da vefat etmiş. Amca ile tanışma fırsatım olmuştu, evlerinde bile kalmıştım. Toprağı bol olsun; çok çalışkan, çok ahlaklı bir insandı.
Amcanın babası, yani Johan’ın dedesi de fırıncı imiş. Dükkânı 1950’li yıllarda dede açmış. O ölünce oğlu devralıp devam ettirmiş. Önünde kahve içilen masaları, eski usul tezgâhları ve camındaki varaklı logosu ile tüm kasabanın sevdiği, son derece tatlı bir dükkândan söz ediyorum. Arka kısmında da kocaman bir mutfağı, her türlü alet edevatı var. Raflara sabah saatlerinden itibaren taze ekmekler dizilir, dolaplar rengârenk pastalarla dolar, yeni pişmiş ‘kanelbülle’lerin kokusu iki sokak öteden duyulur…
Biraz babasını ve pastaneyi konuştuktan sonra “Şimdi ne olacak? Dükkânı ne yapacaksınız?” diye sordum.
“Bilmiyorum” dedi. Kendisinin bu işi sürdürmesine imkân yok. Kız kardeşi de Almanya’da doktorluk yapıyor. Ailedeki tek torun Johan’ın yeğeni, o da kendisi gibi yazılım mühendisi ve küçük bir kasabaya dönüp pastane işletmesi mümkün değil.
Johan, çaresiz, dükkânı satışa çıkarmış. “Bütün çocukluğum orada geçti, tüm geçimimizi o küçük dükkânla sağladık. Annem ve babamın akşama kadar dükkânda çalışmaları, bizim onlara yardım etmemiz, komşularımız... Her şey hâlâ gözlerimin önünde” diyor. Ama bugün dükkânı çalıştırmak mümkün değil.
Johan’ın bunları anlatırken biraz duygusallaştığını anlayabiliyorum ama ne olursa olsun dükkânın satılması lazım. Çünkü aylık 10 bin kron (yaklaşık 32 bin TL) aidatı var. Yani hiç çalışmasa bile her ay bu kadar parayı ödemek zorundalar.
Ancak satış ilanı çıkalı aylar olmasına rağmen güzelim pastaneye bir tane bile talip çıkmamış. Başta, tüm teçhizatı ve markası ile beraber 2,5 milyon TL civarı bir fiyat koymuşlar. Ki bu rakam öyle bir yer için çok ucuz. Sadece içindeki donanım bile daha fazla eder. Hiç talip çıkmayınca fiyatı kademe kademe indirmek zorunda kalmışlar ve sonunda 700 bin TL’ye (220 bin kron) kadar düşmüşler. Yine de hiç alıcı çıkmıyormuş. Johan çaresizlik içinde “Ne yapacağımı bilemiyorum.” diyor ve “Bedavaya bile versem alan olmayacak sanırım.” diye ekliyor.
Çünkü İsveç’te böylesi zanaat işlerini yapacak genç nüfus, yeni işler için risk alacak yeterince girişimci yok. Hani hep diyoruz ya “Avrupa’nın nüfusu hızla yaşlanıyor, dışarıdan göç almazsa sıkıntıya girecek.” diye. İşte arkadaşımın aile pastanesinin başına gelenler bunun somut bir örneği.
Türkiye’de böylesi bir şeyin olmasına imkân ve ihtimal vermezsiniz. En ücra taşra kasabalarında bile çalışır vaziyette dükkân altın değerindedir. Çünkü her yerde onu geçim kapısı hâline getirecek genç girişimciler bulunur.
Avrupa’da ise kuşaklar boyu çalışan küçük işletmeler birer birer kapanıyor. Tıpkı Johan’ların iki kuşak çalışıp üç kuşağın geçimini sağlayan sevimli pastaneleri gibi…