İnsanları bu imtihan dünyasında kurtuluşa götürecek yol Nübüvvet yani peygamberlerin takip ettiği yoldur. Her şeyi aklı ile çözmeye çalışan felsefecilerin yolu ise tam manası ile benlik ve kibir tuzağıdır. Şeytan’ın düştüğü aynı tuzak insanoğlunun da karşısındadır. Felsefe benlik duygusunu öyle şişirir ki sonunda vücudunu aslî ve zati telakki eder. Yani bedeninin tasarrufunda kendini hakikî mâlik, diye aldatır.
Hâlbuki sadece havayı solumak değil Allah’ın insanlara verdiği nimetleri görmemek; felsefecilerin yaptığı en akılsızca iştir. Düşünse ki Allah’ın izni olmasa yaprak dahi kımıldamaz.
Nübüvvet yani Allah’ın peygamberler yolu ile insanlara gönderdiği mesajlar ile hayatını yönlendiren insanlar ise huzur ve mutluluk içindedir. En ağır musibetlere hatta hastalıklara dahi tutulsa “bunların hepsi Allah’tan gelmiştir, imtihan ediliyorum” diyerek ümitsizliğe düşmez. Sabır içinde şükrederek Allah’ın rızasını kazanmaya bakar. Çünkü bilir ki bu kısa dünya hayatı, insanın gerçek ihtiyacı olan sonsuzluk duygusunu karşılamak için yeterli değildir. Kısaca söylemek gerekirse nübüvvet yolu ile Allah’a inananlar; olaylara bakarken her şeyin manası Allah’ı göstermektedir diyerek kurtuluşa ererler. İnsanı yaratan ve onu yaşatan Allah’ın varlığını unutup dalalete ve inkâra asla düşmezler.
Felsefecilerin en büyük hatası; haşa! insanın gayesinin Yaratıcıya benzemek olduğunu düşünmeleridir. Bu yol ise çürüktür, bozuktur. Çünkü bu yol; öylesine firavunane ve kibirle yoğrulmuştur ki, insanı şirk (Allah’a ortak koşmak) derelerinde serbest koşturarak sebeplere tapan birisi haline sokar.
Hâlbuki insanın gayesi Allah’a iman ederek ibadet etmektir. Başka türlü mutlu ve huzurlu olamaz. İşte bu yolu “nübüvvet” bize göstermektedir. Allah peygamberler aracılığı ile indirdiği kutsal kitaplarda insanlara bu yolu öğretmektedir.
Peygamberlerin yolu sadece akla isnat etmeyi kabul etmez. Vahyi esas alır. Çünkü akıl; sonsuzluk gibi duygu ve düşünceleri idrak etmekten acizdir. Bazı insanlar kendi akıl ve düşüncelerini Allah’ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu kutsal kitaplara muhatap ederek onları anlamaya çalışması gerekirken Şeytan gibi kibir ve enaniyetle bildiğini zannederek; Allah’a isyan edecek kadar azgınlaşır.
İblis, Allah’ın Hazreti Adem Aleyhisselama öğrettiği “talim-i esma” yani Allah’ın güzel isimlerini öğrenme şerefinden mahrum kalmıştır. Şu anda dahi Allah’ın “Gafur” yani bağışlayıcı ismine dayanarak tövbe etmeyi idrak edemez. Böyle bir yeteneği yoktur. Fakat Hazreti Adem, Allah’ın güzel isimlerini bildiği için O’ndan af dileyip yardımına sığınmıştır.
İşte insanoğlunun diğer bütün canlılardan üstün olmasının sırrı burada yatmaktadır. Talim-i esma hakikatinden sonra diğer canlıların Hazreti Adem’e secde etmesi bu noktada düğümlenmektedir. İşte kibir ve enaniyetten şaşmayan Şeytan, aklına güvenmeseydi “ben ateşten yaratıldım, Hazreti Adem ise topraktan yaratıldı” diyerek Allah’a isyan edip lanetlenmezdi.
İşte diyanete itâat etmeyen felsefe de haşa Allah’a benzemeyi (teşebbühü bil vacib) esas aldığı içindir ki; bencil insanlardaki kibir kendi dizginini eline almış dalâletin her bir çeşidini benimsemiştir.
Bu zamanda benlik duygusu ne yazık ki insanoğlunun neredeyse yarısını eline geçirmiş ve Allah’ı inkar edecek bir yola sokmuştur. Şeytan’a maskara olmak işte bu şekilde olmaktadır.
Allah, Kur’an-o Kerim’de mealen “Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik. (Nisâ, 4/163) ayetinden anlaşılıyor ki Cenab-ı Allah, Aleyhisselamdan beri insanlığa peygamberler gönderiyor, insanlara dünya ve ahiret için gerekli her şeyi öğretiyor. Ama insanoğlu; Şeytanın vesvesesi ile vahyin üzerine eklemeler ve çıkarmalar yaparak felsefe denilen bataklıktan farklı olmayan bir yolu oluşturuyor.