Nevruz konusunda pek hoş olmayan açıklamalar yapıldı. Bahar aylarının başlangıcı olan bu güne Allah’a inanmayan putperestlerin yakıştırmaları tekrarladı. Peki gerçekten öyle midir? Nevruz dediğimiz bu güzel gün hakkında böyle menfi ve olumsuz düşünceler doğru mudur? Ayrıca depremin ardından yaralarimizin sarılmaya çalışıldığı bir zamanda bu tarz konuşmalar, ölümden sonraki hayata inanmayan materyalistlerin ekmeğine yağ sürmek değil midir? Herseyden önce şu gerçeği göz önüne serelim. Allah’ın yaratıcılık kudreti bu bahar başlangıcında kör gözlülerin dahi anlayabileceği açıklıkla görünmektedir. Havaların ısınması ile birlikte " basu bedel mevt" yani ölümden sonra dirilmek hakikatı bu dünyada dahi hissedilebiliyor. Allah,  nasıl ki kıyametten sonra ahireti yaratıp insanları tekrar yaratacaktır. Aynen bu haşır hakikatina benzer bir şekilde kurumuş ağaçlar yesilleniyor börtü böcek yeniden canlanmaya başlıyor. Bediuzzaman Said Nursi, Allah’ın yarattığı bu canlılık için oldukça güzel bir tasvir yapıyor. Bakın nevruzu nasıl görmüş ve izah etmiş:

"Gel, bugün nevruz-u sultanîdir. Bu suretin remzini Dokuzuncu Hakikat'te göreceksin. Meselâ: Nevruz günü, bahar mevsimine işarettir. Çiçekli yeşil sahra ise, bahar mevsimindeki rûy-i zemindir. Değişen perdeler, manzaralar ise, fasl-ı baharın ibtidasından, yazın intihasına kadar ( baharın başlangıcından yazın sonuna kadar) Sâni'-i Kadîr-i Zülcelal'in, Fâtır-ı Hakîm-i Zülcemal'in kemal-i intizam ile değiştirdiği ve kemal-i rahmet ile tazelendirdiği ve birbiri arkasında gönderdiği mevcudat-ı bahariye tabakatına ve masnuat-ı sayfiye taifelerine ve erzak-ı hayvaniye ve insaniyeye medar olan mat'umata işarettir. Bir tebeddülat ( değişim) olacak, acib işler çıkacak. Şu baharın şu güzel gününde, şu güzel çiçekli olan şu yeşil sahraya gidip bir seyran ederiz.

İşte bak! Ahali de bu tarafa geliyorlar. Bak bir sihir var. O binalar birden harab oldular, başka bir şekil aldı. Bak, bir mu'cize var. O harab olan binalar, birden burada yapıldı. Âdeta bu hâlî bir çöl, bir medenî şehir oldu. Bak, sinema perdeleri gibi her saat başka bir âlem gösterir, başka bir şekil alır. Buna dikkat et ki; o kadar karışık, sür'atli, kesretli, hakikî perdeler içinde ne kadar mükemmel bir intizam vardır ki, herşey yerli yerine konuluyor. Hayalî sinema perdeleri dahi, bunun kadar muntazam olamaz. Milyonlar mahir sihirbazlar dahi, bu san'atları yapamazlar. Demek, bize görünmeyen o padişahın çok büyük mu'cizeleri vardır. Ey sersem! Sen diyorsun: "Nasıl bu koca memleket tahrib edilip, başka yere kurulacak? "    İşte görüyorsun ki: Her saat, senin aklın kabul etmediği o tebdil-i diyar gibi çok inkılablar, tebdiller oluyor. Şu toplanmak, dağılmak ve şu hallerden anlaşılıyor ki: Bu görünen sür'atli içtimalar, dağılmalar, teşkiller, tahribler içinde başka bir maksad var. Bir saatlik içtima için on sene kadar masraf yapılıyor. Demek bu vaziyetler maksud-u bizzât değiller. Bir temsildir, bir takliddirler. O zât mu'cize ile yapıyor. Tâ suretleri alınıp terkib edilsin ve neticeleri hıfzedilip yazılsın. -Nasılki, manevra meydan-ı imtihanının herşeyi kaydediliyordu ve yazılıyordu.- Demek, bir mecma-ı ekberde muamele, bunlar üzerine devam edip dönecek. Hem bir meşher-i a'zamda daimî gösterilecek. Demek şu geçici, kararsız vaziyetler; sabit suretler, bâki meyveler veriyorlar.

Demek bu ihtifalat; bir saadet-i uzma, bir mahkeme-i kübra, bilmediğimiz ulvî gayeler içindir...”