Narin’in korkunç cinayeti, hemen ardından henüz bebek sayılacak Sıla’nın maruz kaldığı istismarın hikâyesi hepimizi derinden yaraladı. Günlerdir başka gündemlere odaklanamayacak kadar hassasiyetle adli süreçleri takip ediyor, bir an evvel çözülmesini umut ediyoruz.

Bugün bu vakalar üzerinden başka bir simülasyonu konuşalım istiyorum; son günlerde yaşanan bu adli suçlara adı karışanlar Tekirdağlı ya da Diyarbakırlı değil, Suriyeli bir aileden olsaydı toplumsal reaksiyon nasıl olurdu?

Daha birkaç ay önce Kayseri’de, Tekirdağ’daki vakaya çok benzer bir istismar olayı gerçekleşti. Sosyal medya operasyonlarının etkisiyle organize olan saldırganlar, bu toprakların vicdan mayasına hiç yakışmayacak şiddette bir provokasyona imza attı. Suçun şahsiliği ilkesi göz ardı edilerek suç bütün bir mülteci toplumuna mâl edildi; Suriyelilere ait iş yerleri ateşe verildi, evleri taşlandı, arabaları yakıldı. Olayların sonunda üç bin kadar Suriyeli işçi, ailelerini de yanlarına alarak Kayseri’yi terk etmek zorunda kaldı. Nefret duygusu viral bir enfeksiyon gibi hızla yayıldı, eylemler Hatay ve Adana gibi farklı şehirlere de sıçradı.

Hatırlayalım, saldırgan grubun öfkesi, Antalya Serik’te işten dönen Suriyeli bir gencin bıçaklanarak can vermesiyle sakinleşti. Gencecik bir çocuk, yaşamak için sığındığı bu topraklarda sadece “Suriyeli” olduğu için öldürüldü, arkasında bize yaşayamadığı yılların ayıbını bırakarak…

İşte bugün Tekirdağ’da yaşanan vakaya kimi politik grupların müşterek yaşam tarzı zemininde uzlaşarak gösterdiği zayıf reaksiyon biçimiyle; Kayseri’de yaşananlara gösterilen örgütlü operasyonu karşılaştırdığımızda ortaya çıkan “failin kimliği” odaklı farka literatürde “ırkçılık” diyoruz.

Narin cinayetinde de karşımıza çıkan, nispeten daha “örtülü” bir pratikte yürütülen; cinayeti, Narin’in istisnai kötülükteki ailesiyle değil, doğduğu toprakların sosyolojik yapısını genelleyerek aşağılayan kompleksli oryantalist bakış açısına literatürde “ırkçılık” diyoruz.

Tezvirat ve manipülasyonların sert ikliminde, üzerine konuşmaya başladığımız an itibarıyla bu toplumu diğerlerinden ayrıştıran tüm güzelliklerinin yok oluşuna şahit olmanın yükü öyle ağır ki ırkçılığı konuşmaktan dahi kaçıyoruz.

Oysa artık ete kemiğe bürünmüş vahşi bir canavar gibi karşımızda, hem de istatistiklerle... Kayseri ve devamındaki olaylarda İçişleri Bakanlığı verilerine göre Türkiye genelinde 1.065 gözaltı işlemi yapıldı, 28 kişi tutuklandı. Gözaltına alınan 468 kişi tam 50 farklı suçtan sabıkalı çıktı. Sabıka suçları şu şekildeydi: göçmen kaçakçılığı, cinsel istismar, kasten yaralama, yağma, hırsızlık, uyuşturucu, mala zarar verme, dolandırıcılık…

Yani sığınmacıların evlerini taşlayanların içinde, göçmen kaçakçılığından para kazananlar vardı; cinsel istismar olayına tepki olarak dükkânlarını ateşe verenlerin içinde cinsel istismar suçundan sabıkası olanlar vardı. Hepsini bir araya getiren şiddet sarmalının tek motivasyonu vardı; “ırkçılık”.

Zülfü Livaneli’nin “Düşünün Narin'in Norveç'te doğduğunu. Kaderi böyle mi olacaktı? Belki de bilim insanı olacaktı...” diyerek ortaya koyduğu oryantalist kompleksine etkileşim verenlerin yüzleşmesi gereken bir başka soruyu bırakıyorum buraya:

“Düşünün Narin’in bir Suriyeli olduğunu. Kaderi böyle mi olacaktı? Belki de adını bile bilmediğimiz isimsiz bir sığınmacı çocuk olarak gazetelerin üçüncü sayfasında kelimelerin arasında kaybolacaktı…”