Bu yazıyı, Suriye’nin Akdeniz’deki en büyük şehri olan Lazkiye’de bir kafede kaleme alıyorum. Esed rejiminin kalbi olarak nitelendirilen Lazkiye bölgesinde, insanların arasında gezip güzel bir mekân bulup oturdum. Suriye’nin tüm kafe ve lokantalarında olduğu gibi dumanlı ve müzikli bir ortamda, siz okuyucularıma gözlemlerimi aktarmaya çalışıyorum.
Türk medyasında bazı belirli odaklar, Lazkiye’deki durum hakkında çok ciddi dezenformasyon yapmış durumda. Alevilerin, Lazkiye’den Türkiye’ye göçeceği noktasında büyük bir algı çalışması devam ediyor. Öncelikle Lazkiye ve Suriye’nin genelindeki insanlar Alevi değildir; Nusayri’dir. Türkiye’deki Aleviler ile Suriye’deki Nusayriler, ne tarihî ne kültürel ne de dinî inanç bakımından birbiriyle ilgili değildir.
Lafı uzatmadan gelelim Lazkiye’ye
Lazkiye’ye geldiğimde ciddi olarak şaşırdım. Esed rejiminin ana omurgasını oluşturan Lazkiye kentindeki durumun, daha iyi ve yaşanabilir olacağını tahmin ediyordum. Bu bölgede, hiç savaş olmadı. Bu bölge, Esed rejimine en büyük desteği verdi. Hatta ve hatta Esed rejimi, buradaki çok güzel sahili kullanarak hem turizm hem de propaganda çalışmaları yürüttü.
Ancak geldiğimde karşılaştığım manzara çok kötüydü. Evet savaşın izleri yok ama buralar çok ciddi anlamda ihmal edilmiş. Devlet ve belediye hizmetleri, çok yetersiz kalmış. Binalar ve yollar eskimiş, her yer çöp dolu. Öyle iki haftalık çöp de değil. İlk başta, belki yanlış yerlerini gördüm, sahil şeridi daha güzeldir dedim. O yüzden hemen sahile doğru yol aldım. Açıkçası daha çok, hemen denizi görmek istediğim için de bahane üretmiş olabilirim.
Sahil şeridine vardığımda karşılaştığım manzara berbattı. Sahil bölgeleri, çok ciddi anlamda ihmal edilmiş. Âdeta çürümüş bir yapıyla karşı karşıyaydım. O, medyada rejimin pazarladığı ve insanların bikiniyle girdikleri güzel sahil bölgelerini değil; gerçek sahil kesimlerini gördüm.
Bu manzarayı görünce bir kez daha Esed rejiminin neden bu kadar hızlı çöktüğünü daha iyi anladım. Esed rejimi çökmüş de İran ve Rusya tarafından zorla ayakta tutuluyormuş. Âdeta makineye bağlı, beyin ölümü gerçekleşmiş bir hasta gibiymiş. Suriyeli muhalifler, 12 günde Esed rejiminin sadece fişini çekmişler.
Rejimin kalbindeki bu manzara, Suriyelilerin artık değişim istemesinin sebebini gösteriyor. Yıllardır rejimin yanında duran, rejim için on binlerce kayıp veren, çocuklarını askere gönderen insanlar bile çok kötü şartlarda yaşıyormuş.
Rejimi destekleyen bölgelerin durumu böyleyken rejime karşı ayaklanan Şam’ın Cobar semti mesela, yerle bir edilmiş. Oradayken kendimi, ‘Dünyanın Sonu’ film setinde zannettim. Ama film değildi; gerçekti.
Ufak bir not: Türk olduğum öğrenilirse insanlar bana belki tepki verebilir diye bir endişe taşıyordum içimde. Yazıyı yazdığım mekândaki garsonların tepkisi çok olumlu oldu. Zaten Türklere duyulan sevgiye alışmıştım ama rejimin kalbi denilen bu bölgede dahi benzer bir yaklaşım görmek beni sevindirdi.