Karaman'ın sıcak bir yaz günü… Gazi Kültür Sanat Merkezi’nin bahçesinde kurulan Nostalji Sokağı, adı gibi bir zaman tüneline dönüşmüş durumda. Burada, geçmişin tozlu raflarından çıkarılan antikalar, bugünün genç gözleriyle buluşuyor. Ancak bu sergi, sıradan bir antika sergisi değil. On bir yaşında bir çocuk var işin başında: Yusuf Yıldız. Babasıyla birlikte oluşturduğu koleksiyon, bir çocuğun hayal dünyasının genişliğiyle, bir babanın yıllarca biriktirdiği tecrübeyle birleşmiş.

Sergideki her bir eşya, bir zaman yolculuğuna davet ediyor ziyaretçileri. Bakırın sıcak parlaklığı, yıllar boyunca tozlanmış saatler, belki de bir zamanlar uzak bir kasabanın köy meydanında çekilmiş bir fotoğrafın tanığı olan eski fotoğraf makineleri… Bu eşyaların her biri kim bilir hangi ellerde, hangi evlerde, hangi hatıraların parçası olmuştu?.. Yusuf’un koleksiyonundaki bir daktilo belki de yıllar önce yazılmış ve hiç gönderilmemiş bir mektubun izlerini taşıyor; bir radyoda, zamanında bir ailenin soğuk bir kış akşamında başına toplanıp dinlediği eski bir şarkının yankısı hâlâ duyuluyor.

Yusuf, “Dokuz yaşındaydım.” diyor, “Babamla ilk kez bir müzayedeye gitmiştik.”. O anı gözünde canlandırırken biz de onunla birlikte bu hikâyenin içine çekiliyoruz. Dedesi bakırcıymış; el emeği, göz nuru işleriyle yıllarca geçimini sağlamış. Yusuf’un antikalara olan ilgisi de bu köklerden beslenmiş olmalı. Eski bakır tencereler, saatler ve fotoğraf makineleri… Her biri geçmişin hikâyelerini fısıldıyor.

Baba Âdem Yıldız ise bu işin tam ortasında; belki de Yusuf’tan bile önce başlamış bir sevda bu onun için. "Doğuştan başladım." diyor antika işine, gözlerinde babasının bakırcı dükkânında geçen yılların izlerini görmemek mümkün değil. Sergideki her bir eşya, onun yaşamının bir parçası, geçmişin hatıralarına dokunan ellerin sıcaklığını hâlâ hissediyor. “Her gelen misafir farklı bir şey bulsun diye, sürekli yeniliyoruz koleksiyonumuzu,” diyor Âdem Bey, sergiye gelenlerin hayranlıkla baktığı ürünlerin arkasında ne büyük bir emeğin yattığını hissettirerek.

Sergiyi gezenlerin yüzünde bir tebessüm, belki de dudaklarından dökülen eski bir şarkı… Neşe Uysal Sandıkçı, eski bir radyonun önünde durup, “20-25 yıl öncesine gittik.” diyor, sesi geçmişten gelen bir yankı gibi. Onun gibi pek çok kişi için bu sergi sadece antika eşyaların sergilendiği bir alan değil, aynı zamanda unutulmuş anıların canlandığı bir sahne.

Aykut Sandıkçı, eski bir fotoğraf makinesine dokunurken gözlerinin dolduğunu saklayamıyor. “Eskiden insanların nasıl yaşadıklarını görmek… Bu, bizi çok mutlu etti.” diyor. Belki de bu serginin en büyük başarısı bu; geçmişi hatırlatmak, eski zamanların sıcaklığını bugünün soğuk gerçekliğine taşıyabilmek.

Karaman’ın bu küçük köşesinde, bir baba ve oğul, geçmişi geleceğe taşıyor. Belki de Yusuf’un hikâyesi, zamanla bir nostalji sevdasına kapılan başkalarına da ilham olacak. Her adımda eski zamanların yankısı duyuluyor; bakırın o derin sesi, daktilonun melodisi, bir radyonun cızırtısı… Hepsi bir arada, Yusuf’un çocuk hayallerinde hayat bulmuş bir sergide, Karaman’ın sıcak yaz günlerinde…