Uzun bir süredir ülke gündeminden hiç düşmeyen konu; Sinan Ateş cinayeti... Ve bu cinayetin acısını yüreğine, dosyasını kucağına alıp kapıları aşındıran eşi Ayşe Ateş’in mücadelesi…
Her erkek ilk aşkını eşiyle yaşadığını sanır. Ta ki kız çocuğu olana kadar... O gün anlar ki gerçek aşk, erkeğin kız çocuğuna sarılması ile başlar. Ona bakarak, bu mucizeyi ona nasip eden Allah’a bağlılığı artar. Kız çocuğuna sarıldığı an, onun kendi ülkesinde huzurla yaşaması için ülkesine olan bağlılığı ve hizmet aşkı da artar. Kızına sarılarak uyuduğu an, huzurun ne olduğunu bilir ve herkesin huzuru için çalışır. Kızının gülümsemesi, bir baba için en büyük mutluluktur. Onun kahkahası, dünyanın ona olan en güzel hediyesidir.
Allah, Sinan Ateş’e bu mutluktan iki tane, Banu ve Büşra Ateş’i nasip etmiş. Sinan Ateş’in ölümü sadece Ayşe Ateşi yol arkadaşından mahrum bırakmamış; iki kız evladının da mutluklarından, gülümsemelerinden, huzurlarından çalıp götürmüş, onları babasız bırakmış, bu ülkedeki iki aşkı da öldürmüştür.
Bunları bugün yazmamın sebebi, babasını yitiren bir kız çocuğu ve avukat olarak ben Pınar Hacıbektaşoğlu’nun avukat olma isteği; huzuru, gülümsemeleri, mutlulukla haykırışlarımızı çalanların adaletli vicdanlar nezdinde cezalandırılması veya kendisi affetmese bile toplumu için bunların rehabilite edilmesi isteği ile başlar. Bugün Ayşe Ateş bu adalet hizmetinde yol katedemese dahi ben, Sinan Ateş'in kızı Zeynep Banuçiçek, "Ben büyüyünce hâkim olup adaleti sağlayacağım, senin gibi iyi insanları öldürenleri, hapse attıracağım." sözleri önünde eğiliyor; ama toplum olarak Zeynep Banuçiçek’ten önce adaletin sağlanması gerektiğine inanıyorum. Çünkü biz babalarımızın ilk aşkları, onların gururu, huzuru ve mutluluğuyuz. Suçluların korkması gereken şey, hiçbirisi olmasa bile bu olacaktır. Ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, görüşme talebine olumlu yanıt vermesi, konunun bambaşka boyutlara taşınarak tartışılmaya devam edilmesi... Cinayetin nasıl, kim tarafından ve neden işlendiği sorularının iddianameye yansıyan cevapları bir türlü tatmin edemedi. Bu konu geçmişte meydana gelen siyasi cinayetlerin benzeri olmadığı konusunda da kimseyi tatmin etmiyor. Ayşe Ateş bu cinayetin sonuna kadar azmettiricileri, planlayıcıları, tetikçileri; kim varsa hepsiyle ilgili dosyanın ve davanın sonuna kadar gidilmesini istiyor. Şu an dava açıldı, yaklaşık 23 kişi tutuklu ve tutuklu sanıkların çoğu birbirlerini tanıyan ve belli bir noktada ülkücü geçmişleri olan insanlar. Benim de tanıdığım ülkücü hareketin geçmişinden bugüne mücadelesini vermiş pek çok dostlarımız, arkadaşlarımız bu cinayetin öncelikle çok sevdikleri Sinan Ateş’i aralarından koparması gibi acının yanında aynı zamanda devamlı bu hareketin bu cinayetle tekrar özdeşleştirilmesi de o kadar kendilerini rahatsız ediyor. Sinan Ateş, kendisinin aylar öncesinde hedefe konulduğunu defalarca dile getirmiş ve yakınlarına beyanda bulunmuş ve böyle bir sonu olacağı konusunda kaygısını dile getirmiş... Bu da gösteriyor ki tetikçi olan kişinin anlattıkları yani neden Sinan Ateş’i vurduğunun gerekçesi, bu davanın gerçekle ilgisi olmayan kısmı. Hrant Dink suikastında söylenen değil söylenmeyenin gerçek olması gibi...
Gelelim acısını sokak sokak, şehir şehir dolaşarak Türkçe bilmediği için anlattığına tercüman olunan diğer kadına; Emine Şenyaşar’a… Beş yıl önce AK Parti Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın seçim çalışmaları sırasında esnaf ziyareti yaparken girdiği bir dükkânda Emine Şenyaşar’ın eşi ve oğullarıyla Milletvekili’nin yakınları arasında çıkan kavgada olay anında Milletvekili’nin kardeşi Mehmet Şah Yıldız’ın ölümü daha sonra yaralı olarak hastaneye kaldırılan Emine Şenyaşar ailesinin diğer fertlerinin; eşi Hacı Esvet Şenyaşar, oğulları Adil ve Celal’in öldürülmesi ile ölü sayısının dörde çıktığı ve Türkiye’nin o gün çok konuştuğu diğer bir cinayet. Bu cinayetin, bir hukukçu olarak, yine dava dosyasının tamamını bilmeden konuşmanın, hastayı görmeden hastalık üzerinde reçete yazmanın doğru olmaması neyse aynı şekilde böyle ahkâm kesmenin de yanlış olduğunu bilen bir hukukçu olarak sadece şunu söylemek isterim: Burada iş yerindeki kavga ve arbededen sonra hastanedeki ölümlerin iki farklı olaymış gibi değerlendirilmesinin doğru olmadığını belirtmem gerekir. Yaralı olarak hastaneye götürülen üç kişinin kafaya alınan darbelerle boğazı kesilerek ölümünün hastane ortamında gerçekleşmesi, bunun tüm ayrıntılarıyla açıklığa kavuşmasını isteyen Emine Şenyaşar’a kulak vermek gerekir. Emine Şenyaşar’ın kaybettiği eşi ve oğullarından sonra asıl mücadelesinin 37 yıl mahkûmiyet alabilmesini sağlamak, hukuk diliyle konuşacak olursak bir kavganın neticesinde yükselen tansiyonun, her iki taraf için de verilecek cezanın ağır tahrik altında suçun işlendiği ve indirim yapılması gerektiğini söylemek gerekir. İki oğlu ve eşini kaybetmiş Emine Şenyaşar’ın 37 yıl ceza alan oğlu için neden bu ağır tahrik hükümlerinin uygulanmadığını kendisine izah etmek gerekmez mi? Emine Şenyaşar’ın aynı şekilde her ne olursa olsun çocuklarının ve eşinin ne ki bir terör bağlantısının varlığı, onun anne yüreğinin feryadını dinlemeyi gerektirmez mi? Ben Sayın Cumhurbaşkanımızın Ayşe Ateş’i dinlediği gibi Emine Şenyaşar’ı da dinlemesini canıgönülden dilerim. Eğer normalleşeceksek, eğer bir yumuşama dönemi hepimize ilaç gibi gelecekse o hâlde iki eşi iki anneye eşitleyelim. Bugün iki anneye uzatılan eller, iki kadının gözyaşlarından eksilen iki damla olur. Türkiye’de hangi kutupta yer alırsa yer alsın, hangi kimliğe veya hangi partiye mensup olursa olsun hiç kimsenin iki kadını dinlediği için eleştirileceğini düşünmüyorum. Dünya döndüğü ekseninde milim kaysa onların göğüs kafesindeki acının yeri milim kaymayacak…