HÜDA PAR tarafından Diyarbakır’da düzenlenen “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı” ve sonuç bildirisinden sonra AK Parti’ye yakın bazı isimler üzerinden çıkan tartışmalar bugünden sürecin sonrasına dair olumsuz okumalara neden oldu. ‘Silahlar bırakılsın, ondan sonra diğer sorunlar konuşulur.’ diyen kesim ile ‘Hayır, önce sorunları konuşalım, sonra silahlar bırakılsın.’ diye kesim karşı karşıya geldi. Bunun da ötesine geçerek ‘Silahlar bırakıldıktan sonra konuşulacak konulara karşı şimdiden bir sınır konulması gerekir.’ diyenler oldu. Etnik ve dinî kimliklerin demokratik haklarını ve hukuk içinde, meşru zeminde, TBMM çatısı altında değerlendirilmesi mümkün tüm yol, yöntem ve çözümlerin duvarları olacaksa bu durum tabii ki fikir hürriyetine ve düşünceyi serbestçe ifade etme özgürlüğüne yakışmaz.

Ancak şu da bir gerçek ki bazı şeyleri konuşmanın yeri, zamanı ve mekânı vardır. Silahların susmadığı bir ortamda birilerinin ‘Her ulusun kendi kaderini belirleme hakkı vardır.’ cümlesinin arkasına saklanarak küresel emperyalizmin amacına hizmet uğruna coğrafyada yüzyıllardır kader birliği içinde kederi, sevinci kucaklayan, birbirine akraba olan insanları birbirine hasret bırakmak adına uyguladıkları stratejiden vazgeçilmedikleri düşünüldüğünde, yapılan çalıştayın zamanlaması yanlıştır. Terör örgütünün bizi vatanımızda Mehmetçiğimizden ve her baharda binlerce gelincik açan ovalarına yağan yağmurların bereketinden mahrum bırakmaya çalıştığı kritik dönemlerde, kucaklayan söylemlerden uzak, silahların susmadığı bir dönemde bu çalıştayın içeriğinden bağımsız, varlığı empatiden uzak, barış içinde yaşama arzusunu körelten bir çalıştay yapmak yanlıştır.

Çalıştayı yapanların amacı halis ve salih olabilir. Ancak Şeyh Said’in hakkını teslim etmek gerektiğini söylerken henüz Şeyh Said’in ne yaptığını ve ne yapmadığını, o günün gerçekleriyle, tarihiyle, şahitleriyle, şahitlerinin çocuklarıyla, anlatıcılarıyla, o dönemin dedelerinin torunlarıyla, çocuklarıyla konuşmadan çalıştayda her anlatılan, her anlatana verilen cevap; hain yaftası vurulmuş cümlelerden ibaret kalır. Çalıştaya ben katılmış olsaydım dedelerimin babalarımıza, babalarımızın da bize anlattığı hikâyeleri sorardım, ‘Siz ne kadar biliyorsunuz?’ diye. Rahmetli babamdan duymuştum, Ağrı’da isyanları ve Şeyh Said ve Zilan Deresi katliamından sonra Ağrı bölgesinde bulunan bütün aşiretlerin ağaları, beyleri Mustafa Kemal Atatürk’ün çağrısıyla Trabzon’a getirilirler. Berjeri, Celali, Hasenan, Haydaran, Memani, Zilan aşiretlerinin liderleri Hasan Ali Köpe Ağa, Kör Hüseyin Paşa, Halit Bey, Cibril Bey, Cizre Botan Beyleri İbrahim Mustafa Paşa ve diğerleri, Trabzondan Kayseri’ye götürülürler. Kayseri Kalesi’nde toplanan ağalara Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat gelerek konuştuğu söylenir. Benim aşiretim olan Memani aşiretinin ağası Salih Ağa ve Celali aşiretinin beyi Bahri Bey, Mir Abdülmecit Paşa, Bedirhan Paşa, Abdülhamit Cibranlı Paşa, Halit Bey ve iş adamı Selahattin Beyazıt’ın babası olan Mehmet Beyazıt’ın da aralarında olduğu ağalar her gün şimdiki denetimli serbestlik kapsamında adli kontrol olan karakola gidip kendini gösterme ve imza verme prosedürüne benzeyen bir yöntem “ispatü’l-vücut” için jandarmaya görünmek ve parmak basmak zorunda kalırlar. Ankara hükûmeti adına kendilerine birçok teklifte bulunulur, isyanların devam etmemesi için ağaların dağıtılması gerekir ve bu nedenle kimisine Kayseri’de istedikleri arazileri vermeyi teklif ederler, kimilerine İstanbul’da yine diledikleri kadar yer, arazi verileceği söylenir. Bunların arasında iş adamı Selahattin Beyazıt’ın da olduğu pek çoğu kabul eder. Benim aşiretimin ağası, Kayseri Talas’ı görür, ‘Buralar çok çorak, Ağrı’nın ovaları, buğday tarlaları, başaklar hepimize yeter.’ der ve geri döner. Bu gerçek hikâyeleri her dinlediğimde adı geçen herkes benim kahramanım oldu. Hiçbirini yargılamadım. O günün şartları içinde yaşadılar ve bize bu ülkeyi miras bıraktılar. Miras her zaman mutlak mutluluklar vermez, külfetleri ile taşınır. Şimdiki süreçte bu hikâyelerdeki çatışmaları değil, bizi birbirimize yakınlaştıracak duyguları yakalamak ve onları masaya koymadan bugünden sonra dün hiçbir şey olmamış gibi birlikte yaşamanın keyfine varmanın yollarını aramak gerekir.

DEM’İN BARZANİ VE TALABANİ ZİYARETİ

Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder başkanlığındaki DEM Parti heyeti, Barzani ile görüştü. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile IKBY KDP Başkanı Mesud Barzani’nin PKK ile yıldızları çok barışmadı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKYB) görüşmelerinden sonra açıklamalar olumlu ve umut verici.

Barzani, çözüme ulaşmanın tek doğru yolunun barış süreci olduğunu vurgulayarak, tüm tarafların çabalarını barış sürecine yoğunlaştırmaları çağrısında bulundu. Barzani barış sürecine ve sürecin başarısına tam yardım ve desteklerini ifade etti.

DEM Parti İmralı heyeti, daha sonra Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi temasları kapsamında Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Bafil Talabani ve IKYB Başbakan Yardımcısı Kubat Talabani ile Süleymaniye kentinde görüştü.

DEM Parti İmralı heyeti, bu temasları kapsamında Süleymaniye kentine geçti.

PKK ile Talabani’ye bağlı Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında ilişkinin iyi olduğu biliniyor. KYB lideri Bafil Talabani, Suriye’deki mevcut geçiş sürecine ilişkin her türlü çözüme desteğini dile getirdiyse de ben Talabani’nin de ailesinin bu konuda Türkiye’yle ters düşecek bir süreci destekleyeceklerini düşünmüyorum. Keza artık şu an Orta Doğu’da konjonktür, çatışmaların tamamen son bulmasının gerekliliğini gösteriyor. Ve tüm aktörler, memleketlerin iç sorunlarına çözümün yolunun özellikle Türkiye gibi bir ülkeyle iyi dostluk ve komşuluk ilişkilerine bağlı bulunduğunu biliyorlar.