Can Atalay mevzusu Türkiye’de, neredeyse birbirine düşürülmeyecek kurum bırakmayacak hâle getirildi maalesef. Önce Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile Yargıtay karşı karşıya geldi. Bu süreci hem hukukçu hem de yorumcu kimliğimle ifade etmek isterim. Bilindiği üzere Can Atalay, Gezi olayları gerekçesiyle yargılandığı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25.04.2022 tarihli kararıyla “‘Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçundan 18 yıl hapis cezası aldı. İstinaf başvurusu reddedilmiş ve temyiz incelemesi Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi tarafından yapılmakta iken 14 Mayıs 2023’te milletvekili seçilmiş. Anayasa’nın 83. maddesindeki “Milletvekili seçildikten sonra kişi hakkında açılmış tüm davalar durur.” hükmü gereğince Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi’ne yapılan başvuru ve devamında dört ceza dairesine yapılan başvuru reddedildi. Anayasa’nın 83. maddesinin neden uygulanmayacağı konusunda Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi, Anayasa’nın “Yaşama dokunulmazlığı” başlıklı 83. maddesinin 14. fıkrasındaki “Seçimlerden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis kararı olmadan tutulamaz, tutuklanamaz ve yargılanamaz ancak ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli ve seçimden önce soruşturması başlamış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır.” düzenlemesi gereğince reddetti çünkü dedi ki; Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetler” başlıklı maddesinin yani 14. maddenin hükmü şöyledir: Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerin hiçbiri devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya ve insan haklarına dayanan demokratik laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz ve Anayasa hükümlerinden hiçbiri devlete ve kişilere, Anayasa’ya tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini ve Anayasa’da belirlenen “daha geniş şekilde sınırlandırılmasını” amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.

İşte tam da çoğu insanın anlamasının son derece zor olduğu bu Anayasa tekniğinin normal hukukçular tarafından bilindiğini söylemek de mümkün değil. Hâl böyle iken ülke, TBMM ile Yargıtay arasındaki polemik arasında buldu kendini. Bir hukukçu olarak Anayasa’nın bu kadar kapsamlı ve düzenleyici oluşunu doğru bulmam. Anayasalar bu kadar kapsamlı uzun maddelerin olduğu, içinde “yoruma dayanan metinler” içerdikleri sürece hukukun ve toplumun huzur bulacağını söylemek mümkün değildir. Anayasalar kısa, net ve kamu otoritesi karşısında bireyi koruyucu özelliği olan metinler olmaları gerekir. Şimdi burada Yargıtay neden böyle yorumladı, neden bu şekilde karar tesis etti demeden önce ben Anayasa’nın bu hâlini ve hâlen neden adamakıllı bir sivil anayasa yapmadığımızı tartışmayı daha doğru bulurum. 

Sonra bilindiği üzere Can Atalay dosyası bu kez Yargıtay’la Anayasa Mahkemesi arasında bir polemik konusu hâline getirildi. Bu taleplerin reddine ilişkin Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru henüz sonuçlanmamış iken 28 Eylül 2023 tarihinde Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi, kararı kesin olarak onadı. Ve kesin hükmün TBMM’de okunarak gereğinin takdiri yani 84. maddenin uygulanması, milletvekilliğinin düşürülmesi işlemi için karar TBMM’ye gönderildi. Yargı ile Meclis arasında, yargı ile yargı arasında bu kadar gerilimin sebebi; Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi dosyayı gönderdikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hızlı bir şekilde gereğini yapması gerekirken ne yazık ki orada bence yanlış bir inisiyatif kullanılarak dosya bekletildi. Çünkü Yargıtay, kesin hükmü Meclis’e gönderdiğinde henüz Anayasa Mahkemesi’nin kararı çıkmamıştı. Dosya eylülde Meclis’e gelmişti, Anayasa Mahkemesi ise kararını ekimde açıklamıştı.

Daha sonra zaten iş artık içinden çıkılmaz bir noktaya geldi. Bu kez Anayasa Mahkemesi en üst mahkeme olması sıfatıyla itirazları haklı buldu; Can Atalay’ın tahliyesi ile milletvekili seçilme, siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Ve kararın bir örneğini de Anayasa Mahkemesi kuruluşu hakkındaki kanun gereğince ilk derece mahkemesine göndermişti. Burada benim de katılmadığım, yanlış bulduğum bir kararla yerel mahkeme, yeniden yargılama sürecini başlatması gerekirken topu taca atarak Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi’ni tekrar sürece dâhil etti. Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi, infazı kabil olan bir mahkûmiyet hükmünün, Yargıtay tarafından kesinleşmiş bir mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi’nin norm denetimi dışına çıkarak temyiz mahkemesi gibi hareket ettiğini ifade etmiş ve kararı yok hükmünde saymıştır.

Can Atalay hakkında milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kararın okunmasından sonra tekrar Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru, bu düşürmenin iptaline yönelikti. Şunu ifade etmek gerekir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milletvekilliğinin düşürülmesini veya yeniden milletvekilliğinin geri verilmesini tesis edici, yapıcı bir pozisyonu yoktur. Sadece Enis Berberoğlu sürecinde olduğu gibi mahkeme kararını genel kurula getirme süresini uzatabilir veya kısaltabilir ama en nihayetinde tamamlayıcı işlemi yapmak zorundadır.

Can Atalay avukatlarının Meclis’te milletvekilliğinin düşmesine ilişkin itirazına dair Anayasa Mahkemesi yine tartışmalı bir karar verdi ve muhalefet, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni olağanüstü toplantıya çağırdı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş olağanüstü toplantı talebini kabul ederken Türkiye bu kez Meclis’in bu konuda sanki “Can Atalay’ın haklarını iade” konusunda bir toplantıyla bir araya geldiğini düşündü. Oysa böyle değildi ve bunu muhalefet de biliyordu iktidar da.

Yargının en üst, tepedeki iki organını karşı karşıya getiren Meclis’te yargıyı polemiğe düşüren bu dava, bu kez de milletin iradesinin kalbinin attığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kendisine hiç yakışmayacak ve toplum karşısında utanç verici bir gün olarak tarihe geçecek; hakaretlerin, yumrukların havada uçuştuğu günü yaşattı. Ben burada her ne olursa olsun, konuşmakta olan bir insana haberi yokken birdenbire saldıran İzmir Milletvekili Alpay Özalan’ın bu davranışını asla doğru bulmuyorum. Bütün Türkiye’nin gözü önünde bu hareket asla AK Parti’ye prim sağlamaz. Bizim toplumumuz aşırı vicdanlı bir toplumdur. Diğer taraftan muhalefet, böylesine sarpa sarmış, artık en baba hukukçuların bile anlamakta güçlük çektiği bu olayı kendilerine tanınan süre içerisinde asgari ölçüde herkesin anlayabileceği bir şekilde izah etme imkânı varken bunu yapmadı. Gerginlikten, polemikten beslenen muhalefet yine aynı kolaycılığa kaçtı. Ahmet Şık gibi her kelimesinin içinde sadece öfke, hakaret olan ve hakaretin siyasi bir üslup ve alkış alan bir maharet olduğunu düşünen bir milletvekiline söz verilmiş olması, toplumun “muhalefetten bir cacık olmaz” kanaatini katbekat güçlendirdi.

Eminim o gün 3 saat boyunca muhalefet tek tek sakin bir şekilde “Yargıtay şurada yanlış yaptı, Anayasa Mahkemesi burada doğru yaptı, Türkiye Büyük Millet Meclisi şöyle doğru yaptı, şöyle yanlış yaptı…”; bunu dört tane milletvekiline sırayla anlatmış ve onu anlayan milletvekilleri o kürsüde bunları dile getirmiş olsaydı bugün Can Atalay ile ilgili, hukukçu olmayan milyonlar onun hakkının teslimini istemiş olurdu. Oraya milletvekili olarak gelenlere önerim; İngiltere’deki Avam Kamarası’nı, Yeni Zelanda Parlamentosu’nu, Amerika’daki Kongre toplantılarını bir izlesinler. Millete hizmet etmek, ağzınızdan köpük saça saça küfretmek değildir. Onu herkes yapar. Türkiye 85 milyon ve o 85 milyonun içinde 600 kişi olmak sadece yumruk sallamak ve küfretme yetenekleri ile olmuyor.