Adına yakışsın, adıyla büyüsün diyerek adını ‘süper’ koyduğumuz ligin ilk yarısı sona erdi. Puan durumunu biraz kenara çekip ‘hasar raporu’na eğilelim.

İlk yarıda yaşananlara, konuşulanlara, dolaşımdaki iddialara, artan gerilime ve ortalık yerdeki itiş kakışa baktığımızda şu çıkarımda bulunabiliriz: Türkiye’de futbol, giderek ‘oyun’ olmaktan çıkıyor. Alarm seviyesini yükseltmek için çok sebebimiz var: Türkiye’de futbol, ‘oyun’ olmaktan çıkmak üzere…

Futbol iklimi

Dünyanın hafta sonu eğlencesi futbol, bizde gerginlik kaynağı hâline geldi. “Ya benimsin ya kara toprağın!” felsefesini, “Ya biz şampiyon olacağız, ya biz şampiyon olacağız!”a dönüştürüp futbolu dört bir yandan kuşattık.

Futboldan devşirdikleri güçten başı dönen yöneticilerin kaşları daima çatık. Kulüp başkanları asabi ve tehditkâr. Başkanların yakınındakiler başkanın parodisini oynuyorlar. Futbol yazarları formalarını giyerek yazılarına başlıyorlar. Klavyelerinin tuşları kulübün marşını çalıyor. Yorumcular sorumsuz. Hakemler suçlu sandalyesinde, VAR sistemi yardım ve yataklıktan tutuklu.

“Bu pozisyonun aynısı şu maçta da yaşandı.”; ilk yarıda en çok duyduğumuz sözlerden biri bu oldu. Oysa bu sözün futbol dünyasında yeri yok. Çünkü mümkün olmayan bir durumu anlatıyor. 

Fizikçilere, geometricilere, matematikçilere, mühendislere soralım. Top yuvarlaksa, sahada yirmi iki oyuncu varsa, sahanın ölçüleri böyle ise, birbirinin aynısı, aynısının tıpkısı iki pozisyon olamaz. Her pozisyon orijinaldir. Başka bir maçtaki başka bir pozisyona benzer; ancak aynısı değildir. Bir öge her zaman değişiktir. Bir açı hep farklıdır. Detaylarda hep bir benzemezlik vardır. Futbolu güzelleştiren de budur.

Futbolun dili

Tribünlerde savaş terimleriyle konuşuluyor. Futbol olsa olsa savaşın ancak metaforudur. O metaforda savaştakinin aksine; neşeleniriz.

Futbol, seyirlik bir oyundur. Basittir, cilvelidir ve güzeldir. Futbol, futbola ‘oyun’ olarak bakamayanı eğlendirmez. Bir hafta verdiği neşeyi, takip eden hafta misliyle geri alır. 

Futbol, yenilmeyi sorun etmemeyi öğretir. Bir hafta yenilince, gelecek haftaya bakarsın.

Futbol, yenerken kontrollü sevinmeyi öğretir. İki dakika içinde, yenenle yenilen yer değiştiriverir.

“İyi oynayan kazansın” bir temennidir. Bu söz, “her zaman iyi olanın kazanmaması” gerçeğinden doğmuştur. Hayatta da öyle değil midir? Futbolda, iyi oynayanın kazanmamasına alışırız, dolayısıyla hayatta görünce şaşırmayız.

Yabancı hakem

Gelinen aşamada, çözüm için VAR odasına yabancı hakem getirilmeye çalışılıyor. Herhangi bir sorunda, bu kadar acizlik göstergesi bir çözüm daha duymadım.

Sistemin bütün parçaları düzgün ve tanımına uygun işliyor da bir tek hakemler mi aksıyor? Kaybettiğimiz ‘güven’i yabancı hakemlerle mi bulacağız?

Hakemlik subjektif bir iş. Hakem sayısı çoğalsa da teknik imkânlar devreye girse de VAR sistemi hakemlerin yükünü hafifletse de öyle.

Hakemin milliyeti, subjektifliği ortadan kaldırır mı? Bu mümkün mü?

Uçaklarımızı yabancı pilotlar mı kullanıyor? Filmlerimizi yabancı yönetmenler mi çekiyor? Üniversitelerimizi yabancı rektörlere mi emanet ediyoruz?

Bitiş düdüğü

Lineker’in tanımından ilhamla, “Futbol, yirmi iki oyuncuyla iki takımın doksan dakika oynadığı, tribünde ya da televizyonda seyredenleri, hatta seyretmeyenleri bile eğlendiren bir oyundur.” diyemiyoruz.

Maçın sonucu üç ihtimalli olsa da biz sadece galibiyete hazırız. Futbolu hatadan arındırmaya çalışmak gibi boş bir çaba içindeyiz.

Dikkatli olmazsak Türkiye’de futbol, ‘oyun’ olmaktan çıktı çıkacak!