“Biz Hayy’ız, biz ölmeyiz, biz o çukura girmeyiz!”

Ankara’da Demirlibahçe’deki eski bir apartmanın teras katında, sedir dışında bir eşyanın bulunmadığı salonunda dünyayı ağırlayan merhum Ahmet Kayhan Dede böyle derdi. Nakşibendi ulularından idi ama melamet tarafı ağır bastığı için tasavvufun kurumsal yapısına meyletmeden sohbet ve muhabbet ile evceğizine gelenleri ağırlar, onlar söylemeden gönül marazını pak eder, nura boyar gönderirdi.

Merhum Bülent Ecevit gibi başbakanlar, Namık Kemal Zeybek, Hasan Celal Güzel gibi bakanlar, parti kurucuları, Yaşar Nuri Öztürk gibi ilahiyat hocaları Ahmet Kayhan Dede’nin kapısından girip nasip almıştı.

Amerika’dan Çin’e kadar dünyanın dört bir yanından misafiri ve ince belli cam bardaklarda çayı eksik olmayan bir gönül adamı idi, 100 yıl ömür sürdü ve 3 Ağustos 1998’de ezelî ve ebedî olmayan hakikatine doğdu.

Hanede bir gün, yarısını içtiği çayın bardağını bendenize uzattı, “Devam et.” dedi, başımı yana çevirip bardağı ağzıma götürürken o devam etti:

“İstanbul’da bizim Sefer var, gidiyor musun?”

Bizim Sefer dediği, Fatih Karagümrük’teki Pir Nureddin Cerrahi Tekkesi türbedarı ve 20. Postnişini olan merhum Safer Dal Efendi. Hizmeti sırasında Türk Tasavvuf Musikisini ve Folklörünü Araştırma ve Yaşatma Vakfı’nın kurulmasına öncülük eden Safer Efendi, haftada iki gün pazartesi ve perşembe akşamları meşk ve sohbetlerine katıldığım, gönlümün bağlandığı “Gül Güzeli” insanlardandı.

“Gidiyorum efendim.” dedim.

“Git, git.” dedi. “Nerede bir zikir sesi duyarsan oraya git!”

Ve fakat Safer Efendi de gitti. Ahmet Kayhan Dede’den bir yıl sonra, gençliğinden itibaren ömrünü adadığı, türbedarı olduğu Pir Nureddin Cerrahi Türbesi’nde Pir’inin yanı başına sırlandı.

Ahmet Kayhan Dede, Ankara’daki evinde kendisini ziyaret eden Safer Efendi’nin iki omzuna ellerini koyarak söylemişti o sözü:

“Biz Hayy’ız, biz ölmeyiz, biz o çukura girmeyiz!”

Girmediler gerçekten. Gerçi Ahmet Dede’nin Ankara-Adana-Samsun otobanının kesişme noktasına yakın bir türbesi var, adına yaptırılan caminin içinde. Safer Efendi’nin sandukası, Karagümrük’te Nureddin Cerrahi Hazretleri’nin sandukasının hemen yanında ve fakat senden benden daha diri yaşıyorlar dünyanın dört bir yanındaki gönüllerde. Anılmadıkları, sevilmedikleri, düşte görülmedikleri gün yok, cihan onlara dar geliyor hâlâ.

Yunus Emre Hazretleri “Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.” derken edebiyat yapmıyor, bir hakikati işaret ediyordu.

Ve bugün TV’lerdeki sohbetlerinden hemen herkesin tanıdığı, tasavvuf araştırmacısı ve yazar olarak takdim edilen, Türk Tasavvuf Kültürünü ve Folklörünü Araştırma ve Yaşatma Vakfı kurucusu, Pir Nureddin Cerrahi Tekkesi 21. Postnişini Ömer Tuğrul İnançer’in vefatının Hicri takvime göre ikinci yıl dönümü. Safer Efendi’den aldığı emanetin sancağını kimseye baş eğmeden baş üzre taşıyarak Arjantin’den Togo’ya kadar yeryüzünde sevgiye muhtaç kaç gönül varsa hizmetine sunarak yükselten, Balkanlardaki ihya faaliyetleri ile oralarda İkinci Sarı Saltuk olarak bilinen, ağabeyim, göz ve gönül ışığım Tuğrul Efendiciğim bugün Vakıf’ta geleneğe uygun olarak Tevhid Gecesi ile yâd edilecek. O, “Gül Güzelleri”nin her birinin ruhu şâd ola!

Niye anlattım şimdi bunları?
Demem o ki kimse enseyi karartmasın. Gazze’de olanlara bakıp umutsuzluğa kapılmasın. Aramızda “Biz Hayy’ız, biz ölmeyiz, biz o çukura girmeyiz.” diyebilecek ehlidil oldukça umut her zaman var olacaktır. Yeter ki o muhabbet ölmesin gönülde. Asıl ölüm budur ve Gazze’de olanlar, yürüyen ölülerin ölümle yani olmayan bir şeyle beyhude savaşıdır.

Bilmiyorlar, bilecekler.

Görmüyorlar, görecekler.

Şüphesiz Leylâ!