Beyaz Saray’da ABD Başkanlık Sözcüsü’nü ve Dışişleri Bakanı’nı sorularıyla terleten CNN Türk Washington Temsilcisi Yunus Paksoy, son kez Pentagon Sözcüsü General’i köşeye sıkıştırmış, Gazze’deki soykırım üzerinden sormuş:

“Bölgede F-35’leriniz, F-22’leriniz, F-18’leriniz, F-16’larınız, F-15’leriniz, savaş gemileriniz, hava savunma sistemleriniz, askerî birlikleriniz, her şeyiniz var. Bunlar sadece İsrail’i savunmak için mi? İsrail kendisini ABD olmadan savunamaz mı?”

Cevap klasik Yanki savuşturması:

“Umarım kendimizi bu kabiliyetleri kullanmak zorunda kalacağımız bir durumda bulmayız. Ama İsrail’in savunmasında bunları kullanmamız gerekirse de kullanırız.”

Sevgili Yunus’un sorusunun perde arkasında başka bir soru var asıl; “Siz bu askerî gücü İsrail’i savunmak için mi yoksa Türkiye’yi kuşatmak için mi oraya yığdınız?”

Sorunun Türk açığı bu.

Cevabı elbette resmî olarak Pentagon veremiyor, “Dünyadaki En Büyük Satıcı” kitabının yazarı Og Mandino’nun yazdığı gibi “üçüncü çantalı şahıs” kullanıyor, eski bir subayın, Albay Douglas McGregor’un ağzından veriyor:

“Türkiye’ye saldırmaları için Suriye’de güçlerimizi hazırlıyoruz şu anda. PKK, Halkın Mücahitleri Örgütü ve diğer bazı örgütleri Türkiye’ye saldırmaları için teşvik ediyor ve silahlandırıyoruz. Türkler de bunun farkında ve çok rahatsızlar. Bunu geçmişte de düzenli bir şekilde yaptık ama bu sefer iş çok ciddi.”

Ciddi evet. Albay McGregor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e karşı çok sert söylemlerine rağmen Türkiye’yi savaştan uzak tutmaya çalıştığını söylüyor ve bunun gerekçesini Türkiye’nin kırılgan ekonomik yapısına bağlıyor.

Albay’ın yanıldığı nokta burası.

Asıl gerekçe Türkiye’nin kırılgan ekonomik yapısı değil, kırılgan ergonomik yapısı. Yani Tanzimat’tan bu yana cımbızlana cımbızlana omurgasızlık aşamasına gelmiş bir genel karakter sorunumuz var, toplumun neredeyse yarısından fazlası dik durmasını beceremiyor, bir o yana bir bu yana savrulup duruyor.

Erdoğan’ın zor imtihanı bu ve ne yazık ki bu hastalığı tedavi edebilmek için işe en yakınından başlamak zorunda.

“Yaptı zaten, FETÖ’cüleri halletti.” demesin kimse. Onlar hiçbir zaman yakın olmadılar, Erdoğan da bunu biliyor ve mesafesini ayarlamaya çalışıyordu fakat Pavlus’tan Hasan Sabbah’a kadar tarihsel süreçteki bütün paralel yapılar üzerine sıkı ders çalışmış olan bu hainlerin hangi kılıkta nerelere kadar sızabileceğini pek hesap edemedi. Yumuşak karnından vurdular, asabiyet zaafını yakaladılar ve yakın kadrolarını “damatlar” ile işgal ettiler, nepotik damardan zehirlediler, hasımlığı hısımlık ile gizlediler. Halledildi zannedilenlerin dışarıdan zart zurt atıp tutmaları; içeride askerde, poliste, yargıda, eğitimde hâlâ kriptoların tespit edilip operasyonlar yapılması ve fakat bütün bunların bir yerlere takılıp akamete uğraması boşuna değil.

Takıldığı yer başta belirttiğim o kırılgan ergonomik yapı. Hadi kıvırmadan söyleyeyim; omurgasızlık, daha açığı karaktersizlik.

Türk açığının sonu yok.

Ekonomist gazeteci Şeref Oğuz, bir TV söyleşisinde Ebru Baki’nin “Biz fakir miyiz ülke olarak?” sorusuna benden daha net bir cevap verdi geçen gün. Şeref Oğuz’un cevabı Ebru’ya değil, Amerikalı eski Albay’a idi sanki:

“Biz fakir değiliz; biz, ahlaksızız!”

Temel mesele bu.

Bizi ABD’nin hayalet F-22 ve F-35’leri yahut FETÖ’sü, PKK’sı, DEAŞ’ı yenemez, onlar öyle yahut böyle halledilir. Bence bu Yankiler kendi tanrılık sanrılarıyla boşuna para harcıyorlar.

Oysa bizi biz yeneriz ancak ve şayet İslamcı lafazanlığı bırakıp Muhammedî adap ile tasfiye, tezkiye meselesine en yakından başlamaz isek, 7/24 “Allah” deyip de yokmuş gibi yaşamaya devam edersek, karaktersizlikten, omurgasızlıktan, ahlaksızlıktan vazgeçmez isek bizi hayalet uçaklar değil, kendi sanrılarımız parçalayıp yok etmeye yetecek!

Üzgünüm Leyla!