Gazze’de, İsrail’in asra dayanmış işgal ve soykırım zulmü hız kesmeden ahlaksızlığın ve alçaklığın bütün renkleriyle devam ederken bütün dikkatler Paris’teki olimpiyatlara çevrildi. Şimdi Gazze’de yakılan bebekler değil, olimpiyat açılışında gökkuşağının renklerini çalan sapkın sahne şovları konuşuluyor. Hazret-i İsa’nın da figüranlaştırıldığı bu şovları hazırlayanın Yahudi kimliği üzerinden türlü çıkarsamalar yapılıyor ve herkes kendi meşrebince ya savunuyor yahut lanetliyor.

Ve tabiidir ki biz de ülke olarak yer aldığımız bu sözüm ona spor oyunlarındaki rengimizle konuşuluyoruz. Kambersiz düğün olmaz elbette. Rengimizi koymalıydık ve koyduk da. Bütün sporcularımız açılışta Vakko tarafından hazırlanmış, güya turkuaz rengin ön planda olduğu, çizgili pijama görünümlü kıyafetler ile sahneye sürüldüler. Şimdi, o rengin turkuaz değil İsrail mavisi olduğu, Vakko’nun çizgili pijama deseniyle Almanların 1945’te Yahudilere uyguladığı Holokost denilen soykırıma gönderme yaptığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan Olimpiyat Komitesi’ne, Türkiye’nin tanıtımı, imajı gibi görevleri de olan İletişim Başkanlığı’ndan Külliye’ye kadar herkesin uyutulduğu ve bir Yahudi propagandasına alet edildiği konuşuluyor.

“İsrail’in olimpiyatlarda yer almasını protesto etmeliydik, hiç katılmamalıydık.” diyenler de var.

Bendeniz çalıkuşu da aynı düşüncedeyim ama bu noktadan sonra hiçbir düşüncenin önemi yok artık.

Olan oldu, atı alan Üsküdar’ı geçti, hâlâ devam eden soykırımın bir numaralı suçlusu, ABD Kongresi’nde ayakta alkışlanarak kutsandı ve şimdi bütün dünya onların yaktığı, parçaladığı, organlarını çalıp derisini yüzdüğü Filistinli çocukları bir kenara bırakıp hangi ülkenin kaç madalya alacağı, hangi sporcunun nasıl rekorlar kıracağına odaklanmış vaziyette.

Okçulukta dünya şampiyonumuz Mete Gazoz, olimpiyat altın madalyasını da alacak mı?

Filenin Sultanları, fileye bir şampiyonluk daha koyacak mı?

Şampiyon boksör kızlarımız, kimleri devirecek Paris’te?

Bu soruların, arzulanan cevaplarındaki hayallerin, tamamı gerçek olsa olimpiyat köyünün altın kazanına bandırılsak ne yazar, kaç Filistinli çocuk kurtulur?

Paris altınlarının tamamını verseler, Gazze’de yakılan, parçalanan, aç susuz ve yetim bırakılan çocuklardan birinin tek damla kanı, tek damla gözyaşı eder mi?

Hani bir söz vardı ya Anadolu’da, “Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime.” diye! Artık yok!

Kıyamet kopsa kılımız kıpırdamayacak demeyeceğim; çünkü kıyamet, Filistin’de asra dayanmış soykırımın eriştiği şehvetin boyutu ile kıyas bile edilemez; çünkü kıyamet, belki bir lütuftur ama zulüm değildir. Oysa biz zulmün kan gölünde bayramlar ediyoruz, şölenler, törenler, toylar peşinde koşuyoruz.

ABD Kongresi’nde bir tek insanın, bir tek yüreğin, bir tek kadının ortaya koyduğu duruşa ağzımız iki karış açık bakakaldık da ülke olarak bir benzerini şu cinsiyetsiz, cibilliyetsiz Paris Olimpiyatı’nda sergilemeyi beceremedik.

Ne olurdu katılmasaydık? Bankalar mı batardı, fabrikalar mı kapanırdı, NATO’dan mı atılırdık, yabancı yatırımcılar geri mi dönerdi, Bodrum mu batardı, ne olurdu?

Birkaç kulak arkası edilmiş ses dışında, etkililerden ve yetkililerden kimse böyle bir dik duruş talebinde, teklifinde bulunmadı.

Haaa… Türkiye Büyük Millet Meclisi bir yazılı metin ile Netanyahu alçağının ABD Kongresi’nde alkışlanmasını kınadı!

Onu ben de yaptım, yapıyorum ve yapacağım efendiler!

Benden bir farkınız olsun be! Allah aşkına!

Adam size “Holokost pijaması” giydirmiş, siz neyin peşindesiniz?