Adam kamyon kiralamış, makine kiralamış, amele kiralamış, tarlasından domatesini yüklemiş, getirmiş dağ başına eze eze döküyor. Sebep? İstediği fiyatı vermemişler, zarar edecekmiş, o da “Bana yar olmayan kimseye yar olmasın.” diye ürettiği domatesleri yok etmiş.

Son günlerde sosyal medyada dolaşan videolardan biri bu. Domateslerin taşındığı kamyonun plakası da görünüyor.

İnsan sormadan edemiyor, elinle ürettiğini ezerek yok edeceğine, dağıtsaydın ihtiyaç sahiplerine. Nitekim bir çiftçi bunu yaptı ve tezgâhta 50 liraya satılan soğana tarlada 2 liradan fazla vermeyen simsarı protesto etmek için çuvallar içindeki soğanı fakir fukaraya dağıttı. Bunun videosunu da gördük.

İkisi arasındaki fark nedir? Tabii ki ahlak.

Daha önce gördüğüm bir başka video. Herif bir kanalizasyon rögarının başına oturmuş, rögar kapağını açmış, yanda kasalar içinde binlerce yumurta, alıyor yumurtalıkları ters çevirip rögara boşaltıyor ve kameraya bakıp sırıtarak “Ben parasını peşin aldım, siz derdinize yanın!” diyor.

Yazının girişinde anlattığım ilk örnek ile bu sonuncusu, ahlak noktasında ortak olmalı. İlkinin domatesi tepelerden, yalanı paçalarından akıyor.

Bunu şekere yaptılar, süte yaptılar, sıvı yağlara yaptılar, patatese yaptılar ve köpeksiz köyün değneksizleri olarak akıllarına hangi ürün geliyorsa yaptılar, adına enflasyon denilen ahlaksızlık baremini tepeye zıplattılar.

Kendi başıma gelen; pandemi zamanı “üç harfli” marketlerin anlaşarak fiyat yükselttikleri günlerde, “Lanet olsun onlara, üç kuruş fazla verip bakkaldan alalım.” dedim ve kahve almak için bakkala gittim. Markette, kahvenin 100 gramı 13 lira. Sordum,“14 lira” dedi bakkal, üç paket aldım. U dönüşü yapıp bakkalın karşı çaprazındaki benzin istasyonuna girdim. Orada da irice bir bakkal var. Merak edip girdim, aynı kahveyi sordum; “18,5 lira” dedi. Şoke oldum. Üç harfliler bile o fiyatı, altı ay sonra koyabildiler kahvenin üstüne.

Bu şoku yaşayınca pazartesi yazımda “Biz fakir değiliz, biz ahlaksızız.” sözünü paylaştığım Ekomonist Gazeteci Şeref Oğuz’u aradım, kahve maceramı anlatıp nedir bu dedim, cevabımı aldım:

“Enflasyon ekonomi meselesinden önce bir ahlak sorunudur kardeşim.”

Pandemiden hemen sonra fırlayan bir furya bu. Bendenize göre bu ahlaksızlığın kapısını, salgın yüzünden sokağa çıkma yasakları varken güya ekonomiyi canlı tutmak için bir yılı ödemesiz çok düşük faizle ev kredisi kampanyası açtı. Ucuz ev kredisi ile milletin ar damarı çatlatıldı, evini satamayan, kolu Che dövmeli ile yanağı çember sakallı vatandaşlar, ağızlarının kenarından akan salyalarında buluştular. 300 bin liralık evlerin 3 milyon liraya yükselişini millet olarak izledik ve aynı sıvılarda buluşarak bir akılsız şehvetin esiri olduk. Üç marketin, beş müteahhidin, yedi sekiz kabzımalın elinde çelik çomak olduk. 

Ve bir daha önü alınamadı bu toplumsal intiharın.

Sevdiğim ve güvendiğim bir iş adamının telefonda muhatabına, “Biz düzenli zammımızı yapacağız kardeşim, isterse gebersinler!” dediğini işittiğimde, içimden “Keşke ölsem!” diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Yaşadık bunları, yaşıyoruz. Neden? Yasalar mı müsait değil, olağanüstü hâl yasaları mı lazım? Hayır. Yasalar müsait ama denetleyecek, tespit edecek, karşılığını yazacak ve ödettirecek bir merci yok.

Denetimsiz ve yaptırımsız serbest piyasa ekonomisinde her aktör ya bizim arkadaşımızdır ya akrabamızdır ya dostumuzdur yahut bizim cemaatten, bizim partiden, bizim sosyeteden, hiçbiri olmadı, bizim mahalleden veya karşı evdendir. Telefon rehberinde, bu tür durumlar için en az bir milletvekili numarası olmayan kaç kişi var aramızda?

Ve Şeref abi “Biz ahlaksızız.” deyince “Şeref karşı tarafa geçti!” hükmü veriliyor hemen!

Karşı taraf diye bir şey yok kardeşim, sok bunu kafana, karşıda gördüğün senin aynadaki yansıman!

Var mı ötesi Leylâ!