Bir kişi yeter. Bir tek insan. Belki kâinat o bir tek insan hürmetine yaratılmıştır. Geri kalan milyarlarca insanın utancını, ayıbını insanlık namına kurtaran; o bir tek insandır.

Tam bu noktada kâinat kadar küçük bir ayrıntı var ona daha sonra geleceğiz.

Bendenize bunları düşündüren günümüzün “soykırım suçlusu”, zamane Hitler’i, modern yamyam, küresel terörist Benjamin Netanyahu’nun; ABD Meclisi’nde 49 kez alkışlarla kesilen konuşması sonrasında ayakta alkışlanırken sadece bir ABD Meclis üyesinin oturduğu yerde ve ayakta o alkışları, o konuşmayı, o insanlık katilini elinde tuttuğu küçük yuvarlak bir döviz üzerindeki “Soykırım suçlusu”, “Savaş suçlusu” yazıları ile protesto edişini gösteren fotoğraflar oldu.

O unutulmayacak fotoğraftaki kişi ABD’nin bağımsız Kongre üyesi Rashida Tlaib idi.

Bir tek kişi… Bir tek insan… Ve merhum Neşet Ertaş’ın “Kadınlar insandır, erkekler insanoğlu…” sözünün canlı kanıtı olarak ayakta dimdik duran bir tek kadın!

Yaklaşık 100 yıldır zulüm altında inleyen, işgal edilmiş, soykırımların en ahlaksız olanına uğrayan Filistin’in köklerini unutmamış asil kızı Rashida Tlaib!

Onun fotoğrafına bakarken gözlerimin önüne, millî güvenlik sırlarını fâş ettiği memleketinden kaçarken havaalanında Amerikan bayrağına bürünüp uyuyan bizim köksüz, ruhsuz, cansız ve hatta şerefsiz alçaklar geldi, oturup ağladım.

Fakat Rashida Tlaib’in o duruşu bana her şeyi unutturdu; milyonlar katledilse de insanlığın asla öldürülemeyeceğini, onurun milyonlarca kez ayaklar altına alınsa da bir gün bir yerden sabahın yakın olduğunu haber veren seher yıldızı gibi parlayacağını hatırlattı.

Bir gün her şey ve herkes yok olacak; ABD de onun Meclis’teki oturma düzenini Yahudi’nin ‘Kutsal Şamdan’ı şeklinde yaptıran Evanjelik akıl da o aklın bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün kuklaları da yok olacak, unutulacak… Ve fakat Rashida Tlaib’in elindeki küçük dövizle dimdik duruşunun temsil ettiği anlam sonsuza dek unutulmayacak, yok edilemeyecek!

Çünkü o anlam; nereye dönülürse dönülsün asla yok olmayacak olan “hakk”ın yüzüdür!

Bana, “‘Zü’l-celâli ve’l-ikrâm’ kavramının resmini çizebilir misin Abidin?..” deseler; o fotoğrafı gösterip “İşte budur!” derim!

Orada herkes “celâl” kuşatması içinde kendi ontolojik esareti ve cehaletin cesareti ile alçak ve ahlaksız bir soykırımcıyı alkışlarken Rashida Tlaib, adına layık bir farkındalık ile, kendi özüne uyan hür bir başkaldırı ile bir tek doğruyu işaret ediyor, sessiz ama kulakları sağır edecek kadar şiddetle hakikati haykırıyor, en zor zamanda bile bir çıkış olabileceğini göstererek bütün mazlumlara umut ikram ediyor!

İnancım da düşüncem de kanaatim de fikrim ve imanım da budur!

O bir tek insanın bir tek hareketi, o duruşun tek kare fotoğrafı, “insan” kavramının üzerindeki bütün kanlı kiri silmiş, haysiyet denilen şeyin ne olduğunu kanıtlamaya yetmiştir.

Peki, bu bizi kurtarır mı?

Elbette hayır!

Bendeniz, “Bir kişi insanlık adına kurban olup geçmiş gelecek bütün günahları sildirip suçları bağışlatacak.” diyen bir Evanjelik Hristiyan değilim.

Bendeniz, “Beni sırf İbrani olarak yarattığı için yediğim her haltı, işlediğim her cinayeti, yaptığım her hırsızlığı bağışlamak zorunda olan bir Tanrı…” inancına sahip bir siyonist Yahudi de değilim.

Zulme ve soykırıma uğramış Boşnak milletinin asil çocuğu Aliya İzzetbegoviç’in tespitiyle “insana sorumluluk yüklediği için iyi ve güzel her şeyin adı olan” İslam inancına sahip sıradan bir Müslüman’ım.

ABD Meclisi’nde Rashida Tlaib’in o duruşu insanlığın onurunu kurtarır ama beni kurtarmaz! Ben hâlâ olan biten her şeyden sorumluyum ve bir gün mutlaka hesaba çekileceğim!

Ben ne yapıyorum?

Sormuyorsa bunu bir kişi kendine; adı sanı, milleti ırkı, rengi cinsi ne olursa olsun insan değildir!

Üzgünüm Leylâ!