“Hece” dergisi, yeni yılda edebiyatseverlere ‘Oğuz Atay özel sayısı’nı armağan etti. İbrahim Demirci’den Enis Batur’a, Selim İleri’den Necip Tosun’a kadar, birçok yazarın imzasının olduğu özel sayı, Oğuz Atay’la ilgilenenleri heyecanlandıracak kapsamlı bir çalışma.
“Tutunamayanlar”
Oğuz Atay, ölümünün üzerinden 48 yıl geçse de güncelliğini hiç yitirmeyen bir yazar. Başlangıçta, edebiyat ortamlarında, özenle kenarda tutuluyor, ‘edebiyat meraklısı mühendis arkadaş’ olarak bakılıyordu.
Edebiyat çevrelerinin alışkın olmadığı bir düşünme biçimi vardı. Ülkenin içinde bulunduğu durumu analiz ederken günahı halka yüklemiyordu. Cesurdu. Küçük burjuva hayatının çelişkilerini, cumhuriyet aydınının bunalımlarını korkusuzca eleştiriyordu. Tarihe ayıklayarak bakmıyor, aydınların sorumluluğunu dile getirmekten çekinmiyordu.
İlk romanı “Tutunamayanlar”ı yazdı. Eleştirmenler ne diyeceklerini, nereye koyacaklarını bilemediler. “Parça bohça” diyerek eleştirenler, “tutarsız” ve “yığmaca” diyenler de oldu, “aklına geleni yazmış” diyenler de...
Kendine özgü, yeni bir dil geliştirdiği, görmezden gelinemeyecek kadar açıktı. Farklı bir tekniği vardı. Edebiyatın birçok türünü yan yana, üst üste, iç içe kullanmıştı… Hikâye, destan, şiir, monolog, deneme… Hatta tiyatro bile vardı.
“TRT Roman Ödülü”nü alan “Tutunamayanlar”, kısa zamanda okurun dikkatini çekmeyi de başardı. Çok sevildi, çok okundu. Tekrar tekrar okuyanlar oldu. Her okuyanı sarsıyor, okuyucusunu ironinin, metaforların burçlarında dolaştırıyordu.
Oğuz Atay, ilk romanıyla edebiyat dünyasına hızlı bir giriş yapmıştı. Peşinden 2 roman daha yazdı. Ayrıca bir öykü kitabı, bir oyun ve bir günlük…
Türkiye’nin Ruhu
“Türkiye’nin Ruhu”nu yazmayı çok istiyordu. En büyük hayaliydi. Üç cilt olacaktı; Devlet, toplum, insan... Her biri ayrı metinler olsa da aralarında organik bir bağ kuracaktı. Doğuya ya da batıya yaslanmadan, ikisini birden kavrayarak, günümüz dünyasının gerçekliğini de yakalayarak Türkiye toplumunun ruhunu kayda geçirecekti. Kendisine de orada bir yer bulmayı umuyordu. Yoğunlaşmak, araştırmalar yapmak istiyor, eski Türkçeyi öğrenmeyi tasarlıyordu. Onun Türkiye’ye bakışı ve kucaklayışı, şefkatle eğilişi, dert edinişi, bu zor eserin iddiasına denk düşüyordu. Çevresindeki aydınlardan ve yazarlardan farklıydı. Bir ideolojiye saplanıp kalmamıştı.
İnsanımızın büyük potansiyelinin kavranamadığını düşünüyordu. İçinde yaşadığı toplumdan kopmamıştı. Onu kurgulamaya çalışmıyor, kurtarıcı rolüne soyunmuyordu. “Bana öyle geliyor ki; biz çocuk kalmış bir milletiz!” dese de babalık yapmaya heveslenmiyordu.
Türkiye’nin ruhunu yazmak Oğuz Atay’a nasip olmadı. “Keşke yazabilseydi!..” nidası edebiyat dünyasının ufkunda asılı kaldı. Üstelik geride bıraktığı, sadece bu derin ‘keşke’ değildi. Atay’ın yazamadığı Türkiye’nin ruhunu kim yazacaktı? Türkiye’yi tarihiyle, kültürüyle, çatışmalarıyla, dalgalanmalarıyla, tüm sorunlarıyla ve imkânlarıyla kavramak zordu. Kim cesaret edebilirdi? Soru hep gündemde dursa da arayış hep devam etse de bunu bir vasiyet gibi kabul eden, sorumluluk edinen, deneyen biri çıkmadı.
Atay, Türkiye’nin ruhunu yazamasa da, toplumun her kesimini, okuyucusu olarak buluşturmaya devam ediyor.
Biz buradayız sevgili yazar!
Oğuz Atay, son yazdığı metinlerden “Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya”yı okuyucusuna seslenerek bitirmişti: “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” Atay, okuyucusunun hiç eksilmeyen ve her daim gür çıkan “Biz buradayız!” cevabını duyamadan, 43 yaşında aramızdan ayrıldı.
Özel sayının editörü Mehmet Can Doğan’ın güzel ifadesiyle; Oğuz Atay, Türk edebiyatının ‘tutunanı’. İzniyle ben de bir ekleme yapayım: ‘O, Türk edebiyatının kıymetli tutunanı.’ Yeniden yeniden bakılmayı, okunmayı hak ediyor. Kült romanı “Tutunamayanlar”, ilk basımından 50 yıl sonra, 112. baskısıyla hâlen ‘en çok satanlar’ rafında. Metinleri üzerine araştırmalar yapılıyor, yüksek lisans tezleri, doktora tezleri yazılıyor.
Atay’ın çok katmanlı metinlerinden hâlâ çıkaracaklarımız var. “Hece” dergisinin Oğuz Atay özel sayısı, bu anlamda çok değerli. Edebiyatseverlere iyi okumalar…