Faşizm, kestirmeci yorumlara bayılır. Çünkü derdi olayları, olguları anlamak, sorunları çözmek değil; kafasındaki kalıp yargıları güçlendirmektir.

Türkiye’de güncel faşizm, göçmen karşıtlığı üzerinden yükseliyor. Şaşırtıcı değil, faşizm dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynı şema ile gelişir. 30 IQ’ya hitap eden bir ideolojinin yaratıcı fikirlere ihtiyacı olmaz. İhtiyaç duyduğu şey, her olayı kestirmeden bağlayabileceği bir “düşman” figürüdür. Ve yabancılar/göçmenler bu iş için biçilmiş kaftandır.

Bir kadın sokak ortasında cinsel saldırıya uğrar. Saldırganların ikisi de Türk vatandaşı, doğma büyüme Türkiyelidir. Ama faşistin kafası başka türlü çalışır: “Araplar gelince Beyoğlu çok bozuldu. Millet bunları örnek alıp kadınlara saldırıyor.”

Aşağılık bir sosyopat, vahşice cinayetler işler. Kendisi de ailesi de çevresi de her şeyi ile %100 yerli malıdır. Ama faşistin düşünce yapısı olayı kestirmeden “asıl suçluya”, göçmenlere bağlamanın bir yolunu bulur: “Katil kesin uyuşturucu etkisi altındadır. Uyuşturucuyu da ülkeye Afganlar sokmaktadır. Demek ki sorumlu Afgan göçmenlerdir!”

Her iki durumda da bilinç altını şekillendiren “Yüce milletimizden böyle pislikler çıkmaz.” psikozudur. Ülkedeki bunca suçun faili bizim aramızdan çıkmıyormuş gibi dümdüz ve bomboş bir kafa ile yola devam edilir…

Ancak faşistin hayal gücü bununla da sınırlı kalmaz. Uluslararası meseleleri bile elindeki şablona uydurmanın bir yolunu bulur.

İsrail Beyrut’a saldırmakta, Lübnan kendini koruyamamaktadır. Faşistin teşhisi hazırdır: “İşte bak Lübnan çok kimlikli, çok etnisiteli bir yapı, ondan dikiş tutmuyor. Bir sürü yerden göçmen getirip Türkiye’yi de Lübnan’a çevirecekler.”

“İyi de Türkiye zaten onlarca kimliğin iç içe yaşadığı bir yer!” demeye kalksanız, aklı almaz; kendi soyuna sopuna bakmadan sizi “bölücülükle” suçlar.

“Batı’da bir dolu çok kimlikli toplum var, onlara neden bir şey olmuyor? Neden onca kimliğin bir arada yaşadığı İngiltere, Belçika, Almanya, Kanada yabancı bir gücün işgaline uğramamaktadır? Sebebi ABD ve İsrail’in işgalciliği olmasın sakın?” sorusuna ise yanıt veremez. Çünkü o sorunun yanıtı, ipini tutan efendilerine dayanır.

Türkiye hem içeride hem dışarıda ciddi sorunlarla uğraşmak zorunda. Toplumdaki bozulma ve cezasızlık belki de en önemli iç problem. Dışarıda ise işgalci ve soykırımcı İsrail tehdidi var. Ama bunlardan daha beteri, yangına odun taşıyan ve hızla yükselen faşizm tehlikesi.

MÜZİKLERE DİKKAT

Genç faillerin işlediği korkunç suçların ardından Sanatçı Cenk Eren, anne babalara seslenerek “Çocuklarınızın ergenlik döneminde dinlediği müziklere çok dikkat edin. Ben bu kadar söyleyeyim...” demiş.

Sevgili Cenk Eren’in söylemediği kısmı ben açayım. Bazı şarkıların sözleri; şiddeti, suçu ve satanizm gibi sapkın ideolojileri özendiriyor. Bunlar sadece yabancı müzikler değil, böyle şarkılar yapan yerli müzisyenler de var. Özellikle ergenlik çağında, farklı kimlik arayışı içinde olan gençler bu şarkılardan olumsuz şekilde etkilenebiliyor. Kan donduran cinayetleri işleyen tiplerin hep benzer simgeler kuşanması ve benzer müzikler dinlemesi bir tesadüf değil.

PSİKİYATRİSTLER NE YAPSIN?

Hürriyet’ten Ahmet Hakan “Bu cani defalarca psikiyatri servisine gitmiş, ne işe yarıyor bu psikiyatri servisleri?” diye sormuş. Çok haklı ve yerinde bir soru. Ama cevabı biraz acı…

Bu tip vakaların takibi için yataklı tedavi gerekiyor. Yani belirli bir süre hastaneye kapatılmaları. Türkiye’deki psikiyatri yatak sayısı ise çok yetersiz. 10 bin kişiye düşen psikiyatri yatağı sayımız ikinin altında. OECD ortalaması ise 6,8.

Genel olarak iyi bir sağlık sistemimiz var ama ruh sağlığı konusu ihmal edilmiş durumda. Doktorlar, riskli gördükleri hastalar için bile yatış veremiyorlar. İlgililere duyurulur.