Kafasında kask, belinde balta, yüzünde maske ve üzerinde hücum yeleğiyle Eskişehir’de bir cami bahçesinde oturan beş kişiyi bıçakla yaralayan Arda K., Türkiye’de nefret ideolojisi ile enfekte olmuş ilk “yalnız aktör” saldırısının genç faili.
Yalnız aktörlerin genelde bir grup içinde ve açık sosyal ilişkiler ağıyla radikalleşmedikleri kabul edildiğine göre Arda K. radikalleşme zeminini nerede buldu? Bilgisayar oyunları şiddetin pornografik gösterimi ile eyleme yönlendirmede etkili olur, kabul. Ama tek başına değil. Saldırıya itecek kadar güçlü bir şiddet motivasyonu ancak geniş bir eko-sistem içerisinde farklı etkileşim kanallarıyla gerçekleşir. Bu anlamda saldırıya hazırlık süreci, yöntemi, eylem sırasında kullandığı araçların üzerindeki semboller, manifestosundaki alafranga dil, yarattığı düşman algısı gibi unsurlar aslında bugüne kadar içerisinde bulunduğu şiddet içerikli alt kültürün kodlarını da ortaya koyuyor.
Bu saldırı Türkiye’de gerçekleşen ilk sokak şiddeti değil; ancak bu tür bir ritüelin içerisine girmiş ve gençlerin kıta sahanlığında gerçekleşen ilk eylem olması bakımından oldukça önemli. Bu açıdan, toplumsal uyumu dinamitleyecek kadar güçlü bir nefret siyasetini, meşru zeminde değerlendirmenin risklerini konuşmanın vaktinin geldiğine dair hepimiz için bir “red flag” oldu.
Merkezine sığınmacı düşmanlığını koyan, Türkiye’deki tüm sorunları sığınmacılar ile iltisaklayan, hedef kitlesi gençler olan ve burada bildiğimiz hâliyle “milliyetçilikten” fersah fersah uzak yeni faşist ve saldırgan bir siyaset üreten Zafer Partisi’ni tüm bu tartışmaların dışında tutmak mümkün değil.
Türkiye’de muhalefetin ekseriyetinde ve özellikle Zafer Partisi’nin eliyle farklılıklara karşı nefret ikliminin başat strateji olduğu, bilhassa genç kitlenin manipüle edilmeye çalışıldığı ve bunda görece başarılı olan yeni bir siyasetin varlığı ile karşı karşıyayız. “Aşırı sağ” diyerek yumuşatılan, meşruiyetini kimlik tanımı üzerinden devşiren bu hareketin ürettiği öfke ve beslediği nefret duygusu alternatif bir siyaset arayışı değil, radikalleşen bir toplumsal düşmanlık olarak geri dönüyor.
Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin faturasının sığınmacılara kesildiği, merkezine Arap düşmanlığını alan yeni ve seküler bu “ırkçılık” tanımı artık gençler açısından utanılacak değil, savunulacak bir ideoloji olarak ete kemiğe bürünmüş hâlde. Özdağ bu hareketlere temel karakteristiğini veren sokak siyasetinden şimdilik kaçınıyor gibi görünse de sokaktaki müstakil eylemlerin ideolojik zeminini hazırlamış olmaktan dolayı oldukça sorumlu bir pozisyonda.
Şimdiye kadar Türkiye’de yükselen radikal sağın agresif aksiyonları yalnızca sosyal medyayla sınırlı kalırken; Eskişehir saldırısı sokağa taşan ilk eylem oldu. Saldırganın manifestosunda hamile kadın ve çocukları hedef gösterip 50 yaş üstü erkeklere saldırması yani kendisine karşılık verebilecek güçlü ve çevik kişilerden kaçınarak nispeten dezavantajlı kişileri hedef olarak seçmesi, özgüvensiz ancak cüretkar siyasetin önemli bir çıktısı. Saldırıdan yalnızca birkaç saat sonra Arda K. için yapılan övgü dolu video kurguları da göz önünde bulundurulunca başka saldırıları tetikleme ihtimali görmezden gelinmeyecek kadar büyük bir risk olarak karşımızda.
Halkın yaşadığı sıkıntıların öfkesinin, toplumun “ötekisi” olanlara yönlendirilmesine politik imkân yaratan, çözümden değil çatışmadan beslenen Ümit Özdağ hareketinin, Fransa’nın Eric Zemmour’u olma yolundaki yürüyüşüne şahitlik ediyoruz, sessizce.
Dileyelim ki bu yürüyüşün parkuru kısa, yolu engebeli olsun.