Türkiye yine bir küçük kız evladımıza yönelik vahşi bir cinayeti konuşuyor. 21 Ağustos’tan beri kayıp olan ve bir ihtimal yaşadığı ümidiyle aranan Narin Güran’ın cansız bedenine 19 gün sonra ulaşıldı. Önce gözaltına alınan ve sonra tutuklanan amca Salim Güran cinayetin tek zanlısı iken küçük Narin’in dere kenarına atılmış bedeni bulunduktan sonra gözaltı sayısı 24’e çıktı ve soruşturma kapsamlı olarak genişletildi.

Narin Güran’ı konuşurken, aynı kaderi paylaşan Leyla Aydemir, Eylül Yağlıkara ve daha nice küçük kızlarımızın vahşice katledildiğini tekrar hatırladık.

Leyla Aydemir; yedi çocuklu ailenin kocaman masmavi gözleri ile dünyalar güzeli altıncı çocuğuydu. Ramazan Bayramı nedeniyle gittikleri dedesinin köyünde kaybolmuş ve 18 gün sonra Narin gibi yine dere kenarında cesedi bulunmuştu. Leyla bulunduğunda üzerinde kıyafetleri yoktu. Vücudunda daha sonra adli tıp raporunda belirtildiğine göre cinsel istismar bulguları tespit edilmişti. Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aile yakınları olmak üzere yedi kişi hakkında “çocuğa ya da beden ve ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı kasten öldürme suçu”ndan dava açıldı. Adli tıp raporunda Leyla’nın cinsel istismara uğradığına dair bulgular olmasına rağmen şüphelilerin hiçbirinden karşılaştırma yapılmak üzere DNA örneği alınmamıştı. Sanıklardan sadece amca hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Ki bu amca, jandarma çocuğu bulduğunda çocuğun çıplak olduğunu bilebilecek durumda değil iken jandarmaya çocuğun çıplak olabileceğini söyleyip kıyafet aramaya başlamıştı. Ancak daha sonra üç ay geçmeden bu kişi de tahliye edildi ve verilen mahkûmiyet kararı, bu sanık hakkında, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen bozma kararı neticesinde beraat ile sonuçlandı. Maalesef bir hukukçu olarak soruşturmanın gereği gibi yapıldığını söylemem mümkün değil.

Ankara Polatlı’ya bağlı Uzunbeyli köyünde 2018’de kaybolan sekiz yaşındaki Eylül Yağlıkara, cansız bedeni bulunduğunda cinsel istismara uğramış ve hunharca katledilmişti. Şüpheli Uğur Koçyiğit, yakalandığında hakkında “çocuğa nitelikli cinsel istismar” ve “kasten öldürme”den dava açılmış, ağırlaştırılmış hapis cezası ile mahkûmiyet almış, kendisine yardım eden Huriye Koçyiğit de 15 yıl altı ay ceza almıştı.

Bir Afrika atasözü der ki “Bir çocuğu yetiştirmek için bir köy yeter.” Narin bir köyde gündüz vakti kayboldu ve katledildi. Leyla bir bayram günü, bir çocuğun en mutlu olduğu bir günde kayboldu. Elif yine aynı şekilde, katledildiğinde başkentin kırsalındaydı. Bizim memleketimizde ise bir köy, bir çocuğu öldürmeye yetiyor...

Peki, ne oldu da bir zamanlar bir çocuğun en mutlu anlarının şahidi olan bu coğrafyada; güvende olduğumuz, aç kalmadığımız köylerimiz, çocuklarımıza mezar oluyor?.. Nasıl oluyor da bir çocuğu bir köy, bir anne, bir amca, bir abi, bir komşu; bırakın korumayı, el birliğiyle katledebiliyor?..

Ovalarında korkusuzca koştuğumuz bu topraklarda en korktuğumuz şey, ninelerimizin bize anlattığı masallardaki kahramanlardı. Bir mahallede çocuklar 17 gün aç kalmazdı, her evde pişen aş, komşunundu da ayrıca... Bizi “iyi birey” yapan, kalabalıkları da “iyi bireylerden” oluşan ve sağlıklı toplum hâline dönüştüren bir kültür vardı.

Ve o kültür, toplumun omurgasıydı. Maalesef çağın yenilikleri bizim gibi toplumlara yaramadı. Ve hayat kalitesini yükselten buluşlar, teknolojik gelişmeler manevi değerlerimizin omurgasını kırıp paramparça etti. Kitle iletişim araçlarının ve ulaşım ağının gelişip çoğalması, göç, sanayileşme, nüfusun hızlı yer değiştirmesi bize iyi gelmedi. 

Çocuklarımız, dizlerine başımızı koyduğumuz babaannelerin sıcak şefkatinden yoksun; ellerinden düşmeyen telefonların soğukluğuyla büyüyorlar.

Güçlü toplumlar, gücünü hukuk devletinden alır ve hukuk devleti olabilmek, yargının bağımsızlığına, kurallara göre hareket eden güçlü kurumların varlığına bağlıdır. Cezaların caydırıcı olması ve aynı zamanda cezaların infazı sırasında cezasızlık algısının da olmaması gerekir. Binlerce kez yazdığınız ıslahtan yoksun ceza yargılaması ile bol kepçe dağıtılan infaz düzenlemesinin arasında kalmış bir ceza sistemi, hukuk kurallarına itaat eden bir toplumu var edemez. Altı yıl önce aç bırakılan ve öldürülen Leyla Aydemir davasında bir tane hükümlünün olmaması karşısında Narinlere ne olduğunu sormak artık abesle iştigal etmektir. Bilinç altında suça meyyal binlerce potansiyel katil, sapık, bu cezasızlık süreçlerini hepimizden daha iyi takip ediyorlar. Bizden daha fazla, zaman içinde en azılı katillerin bile elini kolunu sallayarak topluma karıştığını takip edecekler.

Bir an önce toparlanmamız, kendimize gelmemiz; nitelikli bir eğitim sistemini, güçlü kurumları oluşturmamız ve o güçlü kurumları ehliyet, liyakat ve vicdan sahibi, dürüst, ahlaklı, erdemli, işini severek yapan insanlarla donatmamız lazım. Ve ne kadar üzücü ki ihtiyacımız olan kurumlardaki insanları tanımlamak için altı tane sıfat kullanmak zorunda kaldım.