Bu köşede yazdığım son iki yazımda, kendi hikâyelerim üzerinden ülkemizde yanlış giden tarım politikalarına, köyden kente göç meselesine ve kadının zaman içinde modern hayatın sonucunda kaybettiği güce vurgu yapmıştım. Bu hafta, bunun devamı niteliğinde bir yazı yazacaktım ancak pazartesi günü Kayseri’de yaşanan olaylar nedeniyle bugün bu SORUNLAR zincirine düzensiz göç ve sığınmacı sorununu eklemek zaruri hâle geldi. Sanayileşme ile tarım toplumunu ayakta tutmanın önemini kavrayamamanın ve köyden kente göçü gereği gibi yapamamanın sonuçlarını, etin kilosunun 500 -750 lira olduğunda anladık.
Kayseri’de küçük bir çocuğun istismarıyla başlayan olaylar da düzensiz göç ve sığınmacı meselesinde, iktidarıyla muhalefetiyle ve toplum olarak eksikliklerimizi gösteriyor.
Çocuk istismarı hepimizin tahammülünü ortadan kaldıran, mide bulandıran ve tüm ceza sistemlerinde en ağır yaptırımları olan bir mevzu. Bu konuda, toplumsal hassasiyeti bırakın sorgulamayı, dozunda olan bu hassasiyetin, hep canlı kalması gerektiğini düşünen biriyim. Ancak Kayseri’de yaşanan olaylara bakıldığında, Türkiye’de çocuk istismarının ilk olmadığı gibi son olmayacağı olaylardan biriydi. Peki, neden Kayseri’de insanlar gözü dönmüş bir şekilde suçun şahsiliği prensibini de bir tarafa koyarak sadece istismarcının kimliği üzerinden hareket ederek korku içinde evlerinde çocuklarına sarılan başka Suriyelilere, masum insanlara saldırdılar? Ne yazık ki Türkiye, şu an meteor düşse sebebini Suriyelilere bağlayacak bir noktaya getirildi. Hastanelerde randevu alınamadığında, sebebi Suriyeliler. Kira fiyatları almış başını gidiyor, sebebi Suriyeliler. İşsizlik meselesi gündeme geldiğinde, sebebini Suriyelilere bağlamanın, bu şekilde sorun tespiti yapmanın neticesiydi bu.
Son bir yıl içinde, Türkiye’deki çocuk istismarlarının en mide bulandırıcı, en yürek yakıcı olanlarından iki tanesini söyleyebilirim. Bunları yapanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı. Mahallesindeki bütün çocukları istismar eden su satıcısı ile dokuz yaşındaki kız çocuk Gina Mercimek tecavüze uğradıktan sonra boynuna kiremit bağlanıp su kuyusuna atıldığında, fail Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı. Bu korkunç vakaları okumamış bir güruhun, Kayseri’de başka masum insanların evlerini, iş yerlerini kundakladıkları noktada bunun sebebinin daha bir hafta önce Cumhurbaşkanı’mızın açıkladığı sığınmacıların Suriye’ye dönüşünü sağlayacak olan Suriye Devleti ile ve Hafız Esad’la başlayacak süreci akamete uğratmak olduğu çok açık. Düzensiz göçü, maalesef dört başı mamur bir şekilde yapamadığımız ortada. Almanya’da, Fransa’da sokaklarda yürürken bizim kadar olmasa da hatırı sayılır bir sığınmacı almış bu ülkelerde, sokakta yürürken bizdeki gibi çocukları, gençleri, kadınları tedirgin eden sığınmacı manzaralarını görmediğimizi söyleyebilirim. İşte tam da bu, bir sorunu sistematik bir şekilde ele alıp entegrasyon süreçlerini doğru yapmanın varlığını gösterirken biz maalesef bunu başta yapamadık. Sonrasında da entegrasyon sürecini ve sistemini uygulayacağımız insan sayısı, milyonlara varınca netice alamadık. İktidarın bu konudaki eksikliklerini söylediğimiz gibi muhalefetin de yukarıda belirttiğim gibi, gökten meteor düşse bunun sebebini siyasi rant uğruna sığınmacılara bağlaması, toplumda sığınmacı nefretini körükledi.
Toplumda bazı hassas konuların, muhalefet iktidar arasındaki rekabetin unsuru yapılmasının sonuçların, geçmiş tecrübelerimiz bize fazlasıyla hatırlatıyor. Dün, Sivas Madımak katliamının yıl dönümüydü. Çok net olarak gladyonun işi olan Madımak katliamının, ülkemizin aydınlarına karşı nasıl bir öfkeye dönüştürüldüğünü ve sahnelendiğini sadece yıl dönümünde hatırlamamak gerekir. Sivas Madımak’ta halkı galeyana getirenler dini aparat olarak kullanırken dün Kayseri’de de aynı oyun, bu kez çocuk istismarı üzerinden sahnelenmeye çalışıldı. Toplum olarak eksiğimiz ise iktidar ve muhalefet kendi siyasi rekabet alanında, bazen şirazesinden çıkarken toplum olarak bizim vicdanımızı kalbimizde taşımaya devam etmemiz gerekir. Helaliyle çalışan bir Suriyeli babanın, ayın sonunda aldığı maaşıyla çocuklarına ayakkabı aldığını unutmamak gerekir ve hastanede randevu alamadığımızda bir önceki randevunun da ateşi 40 derece olan bir çocuğun, Suriyeli de olsa bir çocuk olduğunu unutmamamız gerekir.